Attila Gökçe

Attila Gökçe

agokce@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


Şenol Güneş, iki yıl önce Sergen’e söylediklerini şimdi Hakan Şükür için tekrarlıyor: "Kendine bir forma bul kardeşim... Kulüp forması bulamazsan, liglerde oynayamazsan, Milli Takım’la yolların ayrılır... Sonra çok yazık olur!"
Haklı, üzücü, ama gerçek!...
Hakan Şükür, Galatasaray’dan Torino’ya gitti, hayal kırıklığıyla geri döndü... Sonra vites değiştirip, sıkı pazarlıklar yaparak, güya tercihlerine bilinç katarak yeniden İtalya yolculuğuna çıktı.
Önce İnter, sonra Parma... Performansını hiç sorma...

Arkadaşlarla hesapladık ki, üç forma altında attığı gol sayısı hala tek rakamda, kalmış... O çizmede sadece 9 gol atmış, biz de burada dokuz doğurmuşuz...
Yine hayal kırıklığı, yine hüsran, yine hicran!
Hakan Şükür, bugünkü " boş " statüsüyle, kulüpsüz ve formasız haliyle elbette Milli Takım’da tutunamaz... Romanya Teknik Direktörü İordanescu, iki hafta önce Lecce’nin - tıpkı Hakan Şükür gibi - serbest bıraktığı Popescu ile Valencia’nın sözleşmesini yenilemediği Adrian İlie’yi kadroya almamıştı... Popescu, Dinamo Bükreş ile sözleşme yaptı, lig maçı oynadı ve milli takıma döndü. Adrian İlie hala milli kadronun dışında... Çünkü sırtında hiçbir kulübün forması yok!
Hakan Şükür, biraz daha gerçekçi bir özeleştiri yapıp, mutlaka bir kulüp forması bulmalı kendine... Müfit Hoca’nın odasında uzun süre bekledi ama, Galatasaray’dan ve Fatih Terim’den bu anlamda bir ilgi göremedi...
Oysa formasızlık Hakan Şükür’ün sorunu değil sadece... Bu ülkenin, Türk Futbolu’nun, Milli Takım’ın sorunu... Çözülmesi için Hakan’ın kaprislerini azaltması, TFF Başkanı Haluk Ulusoy başta, hemen herkesin gayretlerini çoğaltması gerek!
Aksi halde yollar ayrılacak ve gerçekten yazık olacak!

İki yıl önce - olabildiğince - yenilenen İnönü Stadı’nda basın tribününün giriş kapısı, gazeteci olmayan futbolseverlere de açıldı. Gazeteci - seyirci ayrımı ortadan kalktı. Yoğunluk, sıkışıklık, kargaşa bir türlü önlenemedi.
Şimdi çözüm olarak kapıya çirkin bir turnike konmuş... Spor gazetecileri, akreditasyonla elde ettikleri bileti makinadan geçirerek içeri giriyor... Ama görevleri gereği, maç sırasında, devre arasında ya da maçın sonunda dışarı çıktıklarında geri dönemiyorlar. Tribündeki işlerine devam edemiyorlar.
Futbol seyircisi ile gazetecinin farkı ortadan kalkıyor... Gazeteci hareket özgürlüğünü kaybediyor...
Lütfen sökün o turnikeyi... Başka çareler bulun, önleyin çirkinliği!

Çok yaşasınlar, Türk Sporu’nun hamurunu elbette onlar kardılar. Bu ülkenin içe dönük - domestik - rekabetini onlar geliştirdiler, uluslararası rekabeti onlar tetiklediler... Yumurtanın kabuğunu onlar kırdılar. Bunların hepsi gerçek...
Yetiştirdikleri yıldız sporcularla, spor adamlarıyla, hepsi de tarih oluşturan başarılarıyla onlar elbette büyük! Üç Büyükler kavramı boşuna yerleşmedi sporumuza...
Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray’ın bu toplumda kesinlikle vazgeçilmez yerleri var.
Madalyonun bir de öteki yüzü var...
Tıpkı ayın görünmeyen yüzü gibi...
Bizim "Troyka", öylesine büyüdü, öylesine etkinlik ve güç kazandı ki, saygı, sevgi, hayranlık uyandıran eylemlerinin yanı sıra sıkıntı üretmeye de başladı...
TSYD Kupası gibi bu ülkenin en köklü sportif geleneği, Üç Büyükler’in sayın başkanları tarafından olmadık gerekçelerle bıçak gibi kesilip hayatımızdan çıktı.
Basketbolda müessese kulüplerini bahane ederek, devletin daha daha daha da büyük kıyaklarını talep ederek profesyonel A takımlarını ligden çekme şantajı, yine Üç Büyükler tarafından yapıldı...
Yabancı oyuncu sayısı, Troyka’nın zorlaması ve dayatmasıyla giderek arttı.
Geçen hafta Üç Büyükler, gülünç gerekçelerle federasyona başvurup küfürü önlemek üzere yenilenen müsabaka yönetmeliğinin değiştirilmesini, eskiye dönülmesini istediler. Tam da gözle görülür biçimde azalmışken küfürler!
Rakip seyirci gruplarına tribünleri kapatanlar da bunlar.
Eh, yetti yani!
Üç Büyükler, şu son eylemleriyle sosyal ve sportif anlamda inanılmaz bir hiçliğe doğru yelken açtılar... Sonumuz ve sonları hayrolsun...
Dileyelim ki "Troyka" bu şımarık çocuk sorumsuzluğundan çabuk kurtulsun!

İsmet Badem’le Bilgin Gökberk’i çok severim... Ortak özellikleri, gazeteciliğin, yazarlığın çok ötesinde enerjileri ve felsefeleriyle " Basketbol Misyonerliği "dir... Misyonerlik gayretlerine saygı duyarım, onları can kulağı ile dinlerim...
Uykusuz gecelerimden birinde SüperSport ekranında yakaladım onları... İndianapolis’teki Dünya Şampiyonası’nın öneminden, 12 Dev Adam’ın hedeflerinden söz ederken, lafı pat diye 2004 Atina Olimpiyatları’na getirip "Burada gerekli başarıyı gösterirlerse - ilk dört filan - doğrudan olimpiyata katılacaklar " demezler mi!
Yapmayın arkadaşlar... Gazı da bu kadar abartmayın...
Dünya Şampiyonası olimpiyat vizesi vermez... Kıta şampiyonalarından alırsınız vizeyi... Çok bilip çok yanılma örneği, karıştırmayın şu adresleri!