Bejan Matur

Bejan Matur

--

Tüm Yazıları

Avrupa’nın sofistike başkenti Paris’te 3 kadın, susturucu takılmış silahlarla katledildi. Bu karanlık cinayetle hepimiz şunu iliklerimizde hissettik; barış hayal edildiği kadar kolay olmayacak. Cinayeti işleyenler açısından bundan daha başarılı bir sonuç düşünülemez.

Barış umuduna kaygının hakim olması, barışa cesaret edenlerin cesaretlerinin kırılması herhalde asıl hedefti. Çünkü PKK’yı yakından tanıyanlar Sakine Cansız’ın kolay hedef olduğunu bilirler. Sakine Cansız tüm Avrupa kentlerinde korumasız dolaşan biriydi. Diğer kurbanları söylemeye bile gerek yok. İki genç kız, her biri bu toprağın kültürüyle yoğrulmuş iki Alevi kızı.

Haberin Devamı

Kutup yıldızı gibiydi

Sakine Cansız’ı ben cezaevi yıllarımdan tanıyorum. Daha 19 yaşında bir üniversite talebesiyken Ankara Merkez kapalı cezaevinden Amasya cezaevine mektuplar yazıyordum. O dönemde cezaevlerinde bulunan tüm Kürt kızları için Sakine Cansız bir kutup yıldızı gibiydi. Direnişi ile örnek olan, kuşatıcı, ferasetli, sabır telkin eden. Yaşadığı acılara rağmen gülümsemesi eksik olmayan bir anne gibi. Bize koğuş arkadaşlarıyla çekilmiş fotoğraflarını gönderirdi. İri harfli el yazısıyla doldurduğu mektuplarına her defasında ‘Sevgili kardeşlerim,’ diye başlardı ‘umudunuzu kaybetmeyin.’ Ve biz ondan gelen bir selamla kendi kimsesizliğimizi unuturduk. Cezaevlerinde sadece Kürt olduğu için haksız yere yatan diğer tüm genç kızlar gibi.

Sakine Cansız PKK’nın ikonuydu. Cezaevindeki müdanasız tavrı ve örgütçü yanıyla biliniyordu daha çok. Bugün basına yansıyan fotoğraflarında üzerindeki gerilla kıyafetlerine rağmen çatışma pratiği yoktu. Örgüt disiplini ile bilinen PKK’da kırmızıya boyadığı saçlarına kimselerin itiraz edemediği bir fenomendi o. Örgütün en bağımsız duruşlu karakteriydi.

Onun tavrı ve duruşu, aslında PKK içindeki kadınların yerine dair de çok şey söylüyor; PKK aynı zamanda bir kadın hareketi çünkü. Her ne kadar ilk yıllarda kadınlar militer bir disiplin içinde erkekleşerek PKK saflarında yer almışlarsa da, sonrasında büyük bir feminist dönüşüm yaşanmış ve kadınlığın doğasını mücadelelerinin bir gereği olarak öne çıkarmayı başarmışlardı.

Haberin Devamı

Evin sahibesiydi

Bugün en ileri demokrasilerde yapılan post-feminist tartışmalara PKK içinde de rastlarsınız. Dağın Ardına Bakmak kitabımı hazırlarken Kandil’de görüştüğüm KCK konsey üyesi Bozan Tekin şakayla “Ya bu kadın gerillalardan çektiğimiz nedir!’’ demişti. O şakada bir gerçeklik payı olduğunu PKK’yı yakından tanıyanlar iyi bilir. Kadınlar bugün PKK’nın en önemli taşıyıcı dinamiklerinden biridir.

Tabii kadınların PKK’da aktif rol alması Abdullah Öcalan’ın kadınlara açtığı yerden bağımsız da düşünülemez. Öcalan başından itibaren kadınların özgürleşmesini, ideolojisinin saç ayaklarından biri olarak kurguladı. Parti içindeki en önemli dayanağı kadınlardı hep. Sakine Cansız bu rolün en eski sembolü ve tanığıydı. Yaşadığı onca acıyı, nişanlısı Mehmet Şener’in bir iç infazda katledilmesini bile içine gömüp, kol kırılır yen içinde kalır şiarıyla hareket etmesi kendisini evin sahibi gibi görmesiyle alakalıydı. Evin sahibesiydi çünkü. Evi ilk kurandı.

Haberin Devamı

O nedenle Paris’te çekilen tetiğin hedefinde onun olması, tetiği çekenler açısından mükemmel bir seçim. Bu cinayetle, kendini büyük bir savaş örgütü olarak tarif eden PKK’nın, barışa meylettiğinde işinin kolay olmayacağını göstermek istediler. Türklerle barışa niyetlenen bir PKK’ya belli ki birilerinin hiç tahammülü yoktu.

Fakat olayın göz önünde bulundurulması gereken başka bir yönü de var: Paris’te üç kadını hunharca katledenler hedefledikleri çoğu amaca ulaşmış olsalar da şunu hesaplayamadılar; bu cinayetle Avrupa Kürt diasporası PKK’nın etrafında yeniden kenetlendi. Paris’te toplanan on binler Avrupa’nın uzak kentlerinde yaşayan ve bir süredir PKK’ya mesafeli olan Kürtlerdi.

Her siyasi cinayet gibi Paris’te işlenen cinayet de toplumsal psikolojiyi yeniden dizayn edecek potansiyele sahip. Bu cinayetle gerek Avrupa’da, gerekse Türkiye’de yaşayan çoğu insan yeniden hizalanma gereği duyacak. Çünkü bu cinayetle Avrupa’da güvenli bir hayat sürdüren pek çok Kürt, zaten bildikleri yersizlik duygusunu daha derinden hissetti.

Güvenli liman Avrupa ayaklarının altından çekilecekse sığınılacak bir kimlik gerekli değil mi? O yersiz bırakılmış kalabalıklara yan yana, omuz omuza durduklarını hissettirecek koruyucu bir kimlik.

Yarın aynı duygularla on binlerce insan Diyarbakır’da toplanacak. Çünkü insanlar artık öldürülenlere sahip çıkmanın, ölümün hukukuna saygı duymanın kimliğin bir aracı olduğunu doğallıkla biliyorlar. Kimlik, o incinen yerde yekvücut olarak hissedilen duygunun ifade ettiği şey çünkü. Kendi halkının kadınlarına sahip çıkmak, ölen kardeşlerine bir mezar verebilmektir kimlik. Halkı uğuruna ömrünü vermiş bir kadına, iki mülteci çocuğa bir yurt verebilmek. Diyarbakır’da yarın toplanacak olanlar, ülkesinden uzakta ölenlere karşı hissedilen mahcubiyetin borcunu ancak onlara kucak açarak dindirebileceklerini biliyorlar.

Yine selamlayacaklar

Açılım sürecinde Habur’dan dönenlerin Diyarbakır’da karşılandığı gün kalabalığın arasındaydım. Yaşlı kadınlar, orlon kazaklarının göğsüne bantla yapıştırdıkları Öcalan fotoğraflarıyla zılgıt çekiyorlardı; Tilililili derken selamladıkları barıştı.

Yarın yine barışı selamlayacaklar. Barışa verilen 3 kurban için yas tutacaklar.

Barışa daha ne kadar kurban verileceğinin cevabı ise koca bir muamma. Toplum olarak siyasetçisinden, bürokratına sarf edeceğimiz sözlerdeki özene bağlı artık vereceğimiz kayıplar. O nedenle bu süreçte sarf edilecek her sözü, özellikle siyasilerin bin defa tartıp söylemesi gerekiyor. Yaşanacak her kayıptan bu süreçte söz alanlar sorumlu olacaklar çünkü. Nasıl son iki yılda kaçırılan barış fırsatıyla 1500 asker ve gerillanın ölümünden sorumlularsa, gelecek tüm ölümlerden de onlar sorumlu olacaklar.

İpler siyasete bırakılmalı

Bu sorumluluğa katlanacak olanlar rengini belli etmeye başladı bile. İstemeyenler ne yapıyor diye sormak gerekli!

Bütün bu olanlardan anlamamız gereken şu galiba; barış gibi inşası zor ve hassas bir sürecin tüm iplerini siyasete bırakmamakta fayda var. Bu tarz meselelerde tüm toplumun mutabakatını aramak -o mutabakat kolaylıkla sağlanmayacağı için- gereksizden de öte, zarar verici. Müzakere sürecini devletin derin bürokrasisi ve aklı gizlilikle yürütmezse eğer, siyaset barış umudunu polemik derelerinde boğar!

Oysa barış siyasetin gündelik hesaplarıyla tartılamayacak kadar ağır bir yüktür. Ve hepimizin omuzlarında.