Günümüz dünyası insanının en büyük amaçlarından biri, her zaman mutlu olmak. Sosyal medyada herkesin en iyi halini sergilediği bir dünyada gördüğümüz her şeyi bir gerçek zannediyoruz ve bu da bizim kendi kusurlu halimizle kavgalı olmamıza sebep veriyor. Bir yandan da popüler yayınlarda her istediğimizi başarabileceğimiz, hayatın amacının mutluluk olduğu, insan sadece tutkusu için yaşamalı gibi mesajlar artık zihnimizin derinliklerine kazınmış durumda.
Peki, durum gerçekten böyle mi? Bir insan her istediğini başarabilir mi? İlk olarak bu sorunun cevabını vermek isterim. İnsan yeri geldiğinde tarihin akışını değiştirebilecek güçte bir varlıkken, bazı durumlarda da kendin hayatının akışını bile değiştiremeyecek kadar acizdir. İnsanı diğer varlıklardan ayıran en önemli nokta da bu zaten, nerede güçlü, nerede güçsüz olabileceğini bilmesi ve ona uygun davranmasıdır.
Her insanın genetik özellikleri ve yatkınlıkları vardır. Bazı insanlar daha hareketli bir mizaca sahipken, bazı insanlar daha sakin ve iç dönük bir mizaca sahiptirler. Bu çoğu zaman bir seçim değildir, insanın yapısıdır. Ancak içe dönük mizaçlı bir insan ömrü boyunca dışa dönük olmaya çalışırsa, bir ölçüde bunu başarabilir ama hem çok yorulur, hem de olmadığı bir insana dönüştüğü için mutsuz olur. Ya da zekâ konusuna gelelim, bugün tek bir zekâ türünden bahsetmiyoruz, birçok zekâ türü var. Bazı insanlar sayısal konularda daha üstün performans göstermelerini sağlayan bir zekâ türüne sahipken, bazıları sözel alanlarda, bazıları da spor ya da sanat alanında. Örneğin spor alanında çok başarı potansiyeli taşıyan birisi, ne yaparsa yapsın matematik alanında üstün bir beceri gösteremeyebilir.
Bir örnek vermek isterim, kısa mesafe koşularında kırılan 500 rekorun 494’ü Afrikalı sporculara ait. İşin ilginç tarafı ise bu 494 rekorun büyük bir kısmının Kenyalı ve Etiyopyalı sporculara ait olması. Bu durum hakkında yapılan yorumlara göre, Afrikalı sporcuların bacaklarının daha hafif olması, koşarken kaslarda ortaya çıkan laktik asidin Avrupalı sporculara göre çok daha az olması gibi sebepler bu başarıda rol oynayabiliyor. Bu arada bugüne kadar hiçbir beyaz insan, 100 metreyi 10 saniyenin altında koşamadı. Yani, eğer Afrikalı değilsen, çok çok büyük ihtimalle koşu alanında dünya rekoru kırman mümkün değil, ne kadar çalışırsan çalış. Bunu kabul etmemek durumu daha baş edilemez hale sokar.
Yani insan her istediğini yapamaz. Bizi güçlü yapan da bu zaten. Güçlü olabileceğimiz alanı keşfedip, zayıf yanlarımızı kabullenerek tatminkâr bir hayat yaşayabiliriz. Gelelim mutluluğa, yani modern insanın kayıp hazinesine. İnsanın duygu yelpazesinde diğer duyguların yanında, mutluluk da bir renk. Hüzün, kaygı, bazen hayal kırıklığı da en az mutluluk kadar insan olmanın parçası. Ama mutluluğun idealleştirildiği bir dünyada, hüzünlü ya da kaygılı hissetmek bir zayıflık emaresi olarak görülüyor.
Özellikle, her zaman mutlu olmak zorunda hisseden insanlar, kendini olumlu düşünmeye zorluyorlar, kötü hissettikleri zaman suçlu hissedip olumsuz duyguları bastırıyorlar. Hayatın akışı içerisinde, kendi haline bıraksak akıp gidecek kaygı, korku, hayal kırıklığı gibi duygular, biz onlarla savaşınca kalıcı hale geliyor ve ruhumuza musallat oluyor.
Her duygu bir habercidir, ara ara bilincimize uğrar ve bize bir şeyler anlatmaya çalışır. Bazen zorlandığımız bir konuyu, bazen geçmişimizde yarım bıraktığımız bir mevzuyu hatırlatmaya çalışır. Sadece mutlu olmaya çalışıp, her zaman olumlu düşünmek istemek gerçekçi değildir ve diğer duygularımızın bize söylemek istediklerini duymamıza engel olur.
Mutlu olmak bir amaç değil, yaşam şeklimizin sonucudur. Bazen mutlu oluruz, bazen kötü hissederiz. Ama çoğu zaman arada bir yerlerde, ne mutlu ne mutsuz olduğumuz bir yerde yaşarız, normal olan da budur. Tatminkâr bir yaşam için, sağlıklı ilişkiler kurmalı, kendimizi geliştirmeli ve hayat mücadelesine devam etmeliyiz, her ne hissediyorsak hissedelim.
Kendine iyi davran, görüşmek üzere...