20.01.1997 - 00:00 | Son Güncellenme:
NE bakıyorsun kardeşim aval aval ekrana?
Merakın, kerameti kendinden menkul sahte şeyhin yine hangi tazeye bindiği ile sınırlı kalıyorsa, sen gerçekte neyi gördüğünü sanıyorsun?
Öykü sana tekerlemeyi mi anımsatıyor?
"Bir baba Şeyh Efendi hey Allah!
Arabadan indi hey Allah!
Tazeye de bindi hey Allah!.."
Oysa olay senin sandığın kadar basit bir erotik polisiye değil, binilen yalnız o taze de değil, bizzat sensin. Ve de sen uyanana kadar sürecek bu oyun.
Uğur Dündar son "Arena" programında çok iyi bir gazetecilik yaptı ve olayın asıl boyutunu koydu ortaya.
Kazanova Şeyh Ali Kalkancı'nın, İngiliz Koleji ve İÜ İngilizce İktisat Bölümü diplomalı, etekliğiyle asorti, Burberrys tesettürlü, makyajlı eşi Emire Kalkancı, kocasının İstanbul, Ankara ve İzmir belediye başkanları ile yakınlığı, garip iş ilişkileri, Necmettin Erbakan ile görüşmesi ve de Karamollaoğlu ile tarikat bağlantıları hakkında, ciddi iddialar sürdü ortaya. Gerçi ilgililer, bu iddiaları, yalanladılar. Ama Emire Hanım'ın can güvenliği konusundaki telaşı bile işin içinde bir bit yeniği olduğunu gösteriyor.
Ve sen kardeşim, hala olayın erotik yönünde kaldıysan, bir güzel uyuyorsun demektir.
Aslında olayın pisliği, Türkiye'deki ticaret, siyaset tarikat üçgeninde yatıyor. Taaa Adnan Menderes'ten bu yana, siyaset sahnesinde at oynatan bütün sağ liderler tarikatlar ve aşiretler ile iç içe, kucak kucağa siyaset yapıyorlar; sözü edilen siyasetçilerin hiçbiri, bu oyunun dışına çıkmaya teşebbüs bile etmediler. Menderes de yaptı, Demirel de, tarikat müridi olan Özal da, Tansu Çiller de, Mesut Yılmaz da, Erbakan da... Erbakan'ın öbürlerinden en önemli farkı bunu açık açık göstere göstere yapması, devlet makamının iftar sofrasında şeyhleri ağırlayacak kadar fütursuz olması.
Susurluk ve Ali Kalkancı olayları işte bu gerçeği koyuyor ortaya.
Bu hafta ölümünün dördüncü yılında, İstanbul Lütfi Kırdar Salonu'nda anacağımız Uğur Mumcu, 10 yıl önce yazdığı bir yazıda şöyle anlatıyordu bu durumu:
"...Dinin sahtesi siyasete karışmış olanıdır. Din duygularının ve dince kutsal kavramların siyaset adına kullanılması ile din, din olmaktan çıkar, siyasetin aracı olur. Din ticareti ile uğraşanlara bakın hepsi milyarder.
Oh ne kolay!... Çek bir besmele gelsin paralar... Finans kuruluşları, şirketler ve de finans kuruluşları ve şirketler aracılığıyla kazanılan milyarlar... Elhamdülillah Müslümanız! Elhamdülillah milyarderiz... Bir kolumuz siyasette öbür kolumuz ticarette, ayaklarımız da tarikatlarda...
Bir üçgen bu... Ticaret, siyaset ve tarikat üçgeni..."
Uğur Mumcu bu yazısında yalnız doğru bir saptama yapmış olmakla kalmıyor, aynı zamanda çok partili, adına demokrasi dediğimiz yaşamımızın özet tarihini de veriyor.
Evet çok partili rejimin özeti budur ve bu yüzden bu rejim demokrasiye dönüşemeyip kokuşma batağına batmıştır.
Ve Uğur'un dediği gibi, "zavallı, yoksul Müslüman yurttaşların kanlarını emenler de bunlardır ".
O zaman zavallı kardeşim, aç gözünü de daha iyi bak! "baba hindi" tekerlemesini de doğru öğren! Çünkü onun bu durumla ilgili olarak, doğrusu şudur:
"Bir baba Şeyh Efendi hey Allah!
Tazeden indi hey Allah!
Rejime ve de yoksul vatandaşa bindi hey Allah!
Allah.. Allah.. hey Allah!"
Anladın mı garip kardeşim? Anladın mı?