Ne zaman milli maç oynasak, mutlaka herkesin eleştireceği bir konu vardır ki, bu da çoğunlukla kadro tercihi üzerinedir. Bir dönem büyük kulüplerin hegemonyasında geçen milli kadrolar, yerini gurbetçi ve büyük liglerde oynayan lejyoner oyuncularımıza bıraktı. Uzun zaman sonra ilk defa kadroya alınan oyuncularda herkes hemfikirdi. Takımlarında formda olan neredeyse tüm oyuncular davet edilmişti ama bu sefer de ilk 11 tercihi sıkıntı yarattı.
Bir önceki Avrupa Şampiyonası ismini “üçlü savunma turnuvası” olarak yazdırdıktan sonra, bizim ligimiz de dahil olmak üzere bir çok kulüp takımı bu anlayışı benimsedi. Dün de Milli Takımımız yine üç stoper ile sahadaydı, Ozan, Merih, Çağlar. Şimdi bu konuyu biraz açalım; çünkü önümüzdeki maçlarda belki de başımıza bela olabilecek bir konu bu üçlü konusu. Eğer sağlam bir rakip karşılama yapmak istiyorsan, ne ala. Üç stoper, iki de kanat bek gerekirse piyade gibi dizilirler kalecinin önüne. Rakibin geniş alanlarda
Galatasaray kağıt üzerinde fikstürün zor maçlarından birine sürpriz bir 11 ile başladı. Yahu Konyaspor’un tabeladaki puanına, yerine bak nasıl zor maç diye düşünenler çıkabilir. Ancak hocasını ve takımın yarısını kaybeden Konya ekibinin yeni hocasıyla bu maça gelene kadar henüz bir gol bile atamamış olması, onlar için bu maçın tek çıkış şansı olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Hele bir de forvet hattının büyük kısmını yenilemiş olmaları oyunlarını öngörülmez hale getiriyor.
Okan Buruk’un bu sezon en çok değişiklik yaparak çıktığı 11’de Galatasaray’ın yakaladığı uzun galibiyet serisinin ana oyuncuları eksikti. Ancak Okan Hoca forma adaletine önem verdiğini bir kez daha gösterdi. Yunus ve Mata bir hafta kötüyse diğer hafta Barış ve Rashica maça başlıyor. Rashica tipi futbolcular sizi asla hayal kırıklığına uğratmaz. Ortalamanın üzerinde teknik beceriye sahip, çalışkan, güvenilir. Hücum bilir ama savunmayı eksik etmez. Hepsinden önemlisi yedek kaldığında sorun çıkarmaması,
Uzun aralar sonrası ilk maçlar hep tehlikeli olur. Galatasaray da 5 hafta aradan sonra lige eski ritminden uzak geri döndü. Temposu düşük ve golsüz geçen ilk yarı, büyük bir özlemle tribünleri dolduran taraftarların da coşkusunu düşürdü
.İlk 11’de Mertens’siz sahaya çıkan Galatasaray’ın oyun gücü etkilenecek mi sorusuyla başladı maç. Yerine oynayan Mata her ne kadar eksikliğini hissettirmeyecek akıl ve yeteneğe sahip olsa da, belli ki artık vücudu futbol oynamaya elverişli değil. Maçın başında sakatlanıp çıkınca Galatasaray orta sahasından forvet hattına top taşınması da sıkıntıya girdi.
Bölgenin asıl oyuncusu Mertens yok, yedeği Mata oyundan çıkmış, bölgeye idareten vekalet eden Yunus da oyun kurulumunda ve hareketlenmede geç kalıp Icardi’ye uzak oynayınca, Galatasaray hücum üretmekte zorlandı. Sarı-kırmızılıların ön hattındaki oyuncular ilk yarı rakip ceza sahasında sadece 6 kez topla buluştu, İcardi, Kerem’in servislerini değerlendiremedi. Sarı-kırmızılılar uzun süredir resmi maç
Kayseri deplasmanına taraftarından yoksun çıkan Fenerbahçe, haftayı üç puanla kapattı. Bu sezon şampiyonluk yemini eden taraftarlar hiç şüphesiz sarı-lacivertlilerin deplasman oyunlarının en büyük coşkusu. Takımla beraber olamamanın üzüntüsünü yaşayanlar için belki de buruk teselli, Arda’nın ilk 11’de başladığını görmekti. Fenerbahçe’de bu sezon oyun ve skordan ziyade en büyük eleştiri konusu, genç Arda’nın aldığı daha doğrusu alamadığı süreye dairdi. 60 dakika oyunda kalan genç futbolcu hücum üretkenliğinde takıma katkı sağladı.
Arda iki sezondur sadece Fenerbahçe değil, tüm futbolseverlerin izlemeye doyamadığı bir yetenek. Muhtemelen önümüzdeki yıllarda milli takımın da gözbebeği olacak. Oyundan çıkarken bazı Kayserispor taraftarları alkışlarken, bazılarının da ıslıkladığını hepimiz gördük. İşte o ıslıklayanlara sormak isterim, neden? Sahada centilmenlik dışı bir şey mi yaptı, taraftarı mı kışkırttı, rakibe sert müdahale mi yaptı? Gerçekten merak ediyorum bu genci
Böyle büyük bir acıdan sonra lig nasıl başlayacak, oyuncular nasıl konsantre olup oynayacak, bizler nasıl izleyip yorumlayacağız diye düşünüyorduk. Lig erteleme maçlarıyla bu hafta sonu geri döndü. Döndü dönmesine ama iki gündür oynanan karşılaşmalar gösterdi ki, bedenlerimiz burada ruhlarımız kayıp. Her karşılaşma öncesinde organize edilen anma seremonileri, tribünlerde gözlerinde yaşla, bu anmanın parçası olan muhteşem taraftarlar, acımızın hala ne kadar büyük, ne kadar taze olduğunu gösterdi. Ve Beşiktaş… Dün maçın tam 4:17 dakikasında tüm taraftarların sahaya attığı oyuncaklar yine gözümüzün önüne depremzede çocukları getirdi, yine boğazımızı düğümledi.
Peki ya maç mı? Tam Ghezzal ilk 11’e döndü derken, ısınma esnasında sakatlanıp kadrodan çıkması, Dele Alli’ye yer açtı. Henüz bekleneni karşılayamayan oyuncu, her ne kadar istekli gözükse de, top almak için çok fazla orta sahaya gelmek zorunda kalınca, gol atacak
Bir hafta daha geçti depremin üzerinden. Televizyonlar artık bu afeti yaşayan insanların hayat hikayesini ekrana taşımaya başladı. Kimdiler, ne yapıyorlardı, nasıl bir aileydiler? Hiç bilmediğimiz, belki hiç tanışmayacağımız insanları düşünüyoruz. Çocukluğumdan beri şehir dışına arabayla seyahat ettiğimizde hep rastgele evlere bakıp içinde kimlerin yaşadığını merak ederim. Kaç kişi olduklarını, hayatlarını. İçimden tahminde bulunmak, çocukken en sevdiğim oyun. Şimdi televizyon ekranından biri anlatıyor o evlerdeki sönen yaşamları. Bir taş oturmuş gibi içime. Nasıl olacak diyorum sürekli kendime. Bundan sonrası tüm o insanlar için nasıl olacak? İçlerinden en şanslısı evini, işini kaybetmiş. Düşünsene en şanslısı o... Hemen ardından yine nasıl olacak diye sorup duruyorum kendi kendime. Cevabı bilmiyorum.
15 gündür ilk defa televizyonda haberler dışında bir şey izledim. Trabzonspor-Basel maçını. Maçı anlat deseniz zorlanırım. Birçok duygu karışık izledim. Daha başlangıçtaki koreografi aklıma o kadar çok şey getirdi ki...
Geçen hafta bugün bu sayfada Galatasaray-Trabzonspor maçına dair yazmıştım. O gün hepimizin gündemi çok başkaydı hatırlayabiliyor musunuz? Bugün hepimiz o günden çok farklıyız. Birbirimize nasılsın diye soramıyoruz. İyi değiliz. Kötü değiliz.
Bir hafta geçti. Gece oldu, uyumaya utandık. Gün doğdu, acıkmaya utandık. Kar yağdı, soğuktu, üstümüze kalın bir şey giymeye utandık. Konuşmaya, işe gitmeye, çocuklarımızı sevmeye utandık. Utanç çok ağır bir duyguymuş. Bir haftadır her an utanç içinde yaşıyoruz. Ne mühendisiz, ne mimar… Bina hiç yapmadık. Ne erk sahibiyiz, ne iktidar… Yasa hiç yapmadık, hiç af çıkarmadık. Ama utanıyoruz. Başkalarının yerine de utanıyoruz. Bu satırları okuyan sizleri belki tanımıyorum ama eminim aynıyız. Tüm derdimiz yardım etmek. Tüm korkumuz bir gün göçük altında kalmak veya kalan sevdiklerimizi nasıl kurtaracağımız...
Tüm öfkemiz, o çürük binaları yapan ahlak yoksunlarına. Tüm kırgınlığımız bugün bile kullanılan öfke
Şampiyonluk yarışında sadece Galatasaray için değil, Trabzonspor için de çok önemli bir karşılaşma bizleri bekliyor. Hatta cümleyi biraz daha genişletelim, bu maçın skoru sadece bu iki takımı değil, ligin üst sıralarındaki tüm takımları yakından ilgilendiriyor.
Çarpıcı bir galibiyet serisi sürdüren Galatasaray’ın puan kaybetmesini şüphesiz tüm lig takımları heyecanla bekliyor. Şimdi hangi takımı tuttuğunuzdan bağımsız, hadi gelin sahaya çıkacak bu iki rengin artı ve eksilerine bir bakalım.
Galatasaray hem galibiyet serisinin getirdiği özgüven, hem de taraftar desteğiyle favori olan taraf gözüküyor. Okan Buruk’un özellikle büyük maçlarda ortaya koyduğu taktik ve aldığı sonuçlar tatmin edici. Diğer yandan Trabzonspor’un deplasman karnesi her ne kadar iyi olmasa da Abdullah Avcı’nın da büyük maçlarda gösterdiği reaksiyon ve skorlar olumlu. Yani büyük maç oynama açısından bakınca biri diğerine üstünlük sağlayamıyor.
Peki o zaman oyun sistemlerine bakalım.