Okuduğunuz bu başlık pek de şaşırtıcı değil aslında. Yıllar içerisinde futbolun evrimini düşününce, önce endüstriyelleşmesi, ardından teknolojileşmesi bu soruyu belli dönemlerde gündeme getiriyor. Futbol değişiyor mu, gelişiyor mu, yoksa dönüşüyor mu? Cevap hepsi...
Bu sorunun ortaya atılması ve en güncel cevabın bulunması için tüm elit futbolcuların arenaya çıktığı uluslararası turnuvalar en doğru zaman... Bu turnuvalar en yeni saha içi taktikler, popüler dizilimler, rakibi 90 dakika içinde nakavt edebilecek mikro aksiyonlar ile bolca kan, ter, gözyaşı ile puanı yüksek bir film adeta.
Son Avrupa Şampiyonası’nı hatırlayacaksınız, üçlü savunma tercih eden takımların çokluğu, turnuva sonrasında kulüp takımlarının futboluna da sirayet etmişti. Bizde de V.Pereira Fenerbahçesi, ardından V.Ismael’in kısa süre de olsa üçlü savunma tercihi derken, Süper Lig’de özellikle son iki sezondur birçok takımın tercihi oldu bu diziliş. Bugünlerde Beşiktaş kampında ve hazırlık maçlarında
2022 Dünya Kupası’nda yarı yola geldik. Bazı sürpriz takımlar çoktan evlerine döndü. Elemeler başlamışken sizler için şu ana kadar 2022 Katar Dünya Kupası’na dair “mutlaka” bilinmesi gerekenleri derledim. Buyrunuz efendim.
A GRUBU: Hollanda gruptan lider olarak çıktı. Her ne kadar bir beraberlik dışında puan kaybı olmasa da Hollanda futbolu o bildiğimiz keyfi özellikle de forvet hattında bizlere izletemedi. Yani soran olursa “Nerede o Kluivertlı, Nistelrooylu, Robbenli Hollanda?” deseniz olur. Grup 2.si Senegal’in ise S.Mane’nin yokluğunda ne yapacağı soru işaretiydi. Ama Afrika’nın gururu güçlü omurgası ve öne çıkan kaleci-savunma-ön liberodan oluşan geri hattıyla çatır çatır futbol oynadı. Eve dönen Ekvador’un tek heyecan veren kısmı 3 gol atan E. Valencia idi. Katar ise ev sahipliğinde gösterdiği başarıyı futbolda gösteremedi. İlk kez bir ev sahibi takım puan alamadan turnuvaya veda etti.
B GRUBU: Bu grubun hayalkırıklığı turnuvayı son sırada bitiren Galler oldu. Tarihlerinde Dünya Kupalarında pek de
Birkaç gündür Cristiano Ronaldo ve son dönemde yaşadıklarıyla ilgili bir yazı yazmak istiyorum ancak bir türlü düşüncelerimi netleştiremedim. Sonunda içimde dalgalanan düşünceler denizine sizi de davet ederek bu yazıyı yazmaya karar verdim. Gelin beraber boğulalım.
Kısa bir özetle hatırlayalım. Ronaldo, Real Madrid’deki 8 yılın ardından 117 milyon euro bedelle Juventus’a imza attığında herkesi şaşırtmıştı. Real Madrid ile bütün başarıları kazanmış, son beş yılda dünyanın en iyi futbolcusu olmuş ama o günlerde yaşı nüfus kağıdında artık 33’ü gösteriyordu. Hatta o dönem ismi Bayern Münih ile de anılmış olsa da, Ronaldo’nun İtalya’ya gideceği kesinleşince Başkan Karl Heinz Rummenigge, "33 yaşındaki bir oyuncu için böyle bir para veremeyiz. Kendisini transferinden dolayı kutlarım, ancak bu daha çok bir pazarlama başarısıdır." demişti. Biraz sert değil mi? Üç sezon geçirdiği Juventus’ta iki şampiyonluk yaşadı. Son sezonunda ligi 4. bitirip, şampiyonluğu Inter’e kaptırınca, Ronaldo da kafasında İtalya
Cristiano Ronaldo ve Lionel Messi bu yüzyıla damgasını vurmuş en yetenekli iki futbolcu ve ikisinin de kariyerinde bir Dünya Kupası şampiyonluğu yok. Şaşırtıcı değil mi? Özellikle de yeteneklerinin karşılaştırıldığı bir önceki yüzyılın iki efsanesi Pele ve Maradona’nın bu başarıya sahip olduğunu düşünürsek, kariyerlerinin kapanışı için bu kupaya çılgınca ihtiyaçları var. Acaba o sene bu sene mi?
Şimdi filmi biraz geri sarıp, her ikisinin de Dünya Kupası sahnesine ilk defa çıktıkları 2006 yılına, Almanya’ya gidelim. Messi 19, Ronaldo 21 yaşında. Arjantin çeyrek finalde Almanya’ya, Portekiz ise yarı finalde Fransa’ya elenmişti. Bu turnuvada daha genç olan Messi toplam 121 dakika süre almış ve bir gol bir asist ile turnuvayı tamamlamıştı. Çeyrek finalde Almanya karşısında ise kadroda yoktu. Penaltılarda turnuvaya veda eden Arjantin tarafı, uzun süre Messi o maç oynasa acaba sonuç farklı olur muydu diye tartışmıştı.
Ronaldo ise beklentilerin daha yüksek olduğu bir oyuncuydu. Ne de olsa Premier Lig’de yılın takımına seçilmiş,
Maç öncesi kimsenin aklından geçmeyen bir oyun ve sonuçla bitti M.Başakşehir-Galatasaray karşılaşması. Geçen hafta Beşiktaş karşısında aldığı üç puanı tabelasına artı özgüven olarak yazdıran Galatasaray bu hafta sahaya moralle çıkan taraftı.
Galatasaray maç boyu önde Başakşehir’i bozup oyun kurmasına izin vermedi. Sarı-kırmızılılar adına en doğru oyun planı buydu. Böylelikle hem Mertens, Sergio gibi fizik gücü sınırlı oyuncularını savunma yapmak için geri koşturmak zorunda kalmadı, hem de takım boyunun kısa kalmasını sağladı. Başakşehir’in pas bağlantılarına da çok iyi çalışmış bir Galatasaray izledik. Önde doğru adama pres, yine önde kazanılan toplar ilk yarı açık ara skoru getirdi. Mertens ve Icardi’nin uyumuna sonunda Kerem’in de eşlik etmesi belki de Kerem adına haftalardır süre gelen eleştirilere kulak verip kötü günleri arkasında bıraktığının bir işaretiydi. Buna bir de ön bölge oyuncularının doğru son vuruşları yapması eklenince bol gollü bir karşılaşma ortaya çıktı.
Galatasaray bu
Son dönem futbolunun en moda tabiri ön alan presi... Süper Lig’de şu an bunu en iyi uygulayan teknik direktör Jorge Jesus. Peki ya dünyada? Hiç şüphesiz bu konuda şu aralar en popüler isim Jorge Jesus’un da bir dönem çalıştırdığı Benfica’nın yeni Teknik Direktörü Roger Schmidt.
Portekiz Ligi’nde şu an namağlup lider konumunda olmaları bir kenara, hafta içi tamamlanan PSG ve Juventus’un olduğu Şampiyonlar Ligi grubundan da namağlup lider çıktılar. Sanmayın ki diğer Avrupa takımları sendelediği için bir Portekiz takımı böyle bir başarı gösteriyor. Bu başarının iki sebebi var. Biri, eski futbolcu Rui Costa’nın Benfica Başkanı olduktan sonra al-sat politikasından ziyade, kulübü elit takımlar arasına sokma isteği... Diğeri ise Roger Schmidt etkisi. Önümüzdeki aylarda daha sık duyacağımıza inandığım bu etki nedir, gelin konuşalım.
Bu sezon PSV’den Benfica’ya imza atan teknik adam, bir Ralf Rangnick öğrencisi. Yani presin, baskının her türlüsü onun oyun sisteminin temelini oluşturuyor. Aşırı hareketli
Günümüzün en yaygın hastalıklarının başında depresyon, panik atak ve anksiyete geliyor. Sporcular da herkes gibi insan ve yaşadıkları duygusal iniş çıkışlar bazen daha kalıcı olup saha içi performanslarına etki edebiliyor. Eskiden de muhtemelen böyleydi ama bu kadar gündeme gelmiyordu. Peki ne değişti futbolda?
Biraz eskilere gidelim. Maradona’yı düşünün. Kilolu denebilecek bir fizikle dünyanın en iyi futbolcusu oldu. Çünkü o zaman saf yetenek yeterliydi. Ardından buna fizik kapasite eklendi. Aynada gördüğün kaslarından çok daha fazlasının gelişmiş olması zorunluluğu yetenekle birleşince C. Ronaldo gibi iyi futbolcu olma özelliği yüklendi. Ve şimdi yeni dönemle birlikte güncel futbolcu sürümünde ihtiyaç duyulan bir özellik daha var: Zihinsel güç.
J. Klopp’un futbol diline kazandırdığı “zihinsel canavarlar” (mentality monsters) tanımıyla artık komple bir futbolcu olmak için gereken şartlar yeniden tanımlanış oldu. Geçen sezon Liverpool ile lig, Şampiyonlar Ligi ve FA Kupası’nda
Ligin en fazla pas yapan iki takımının karşılaşmasında gülen çıkmadı. Tıpkı Beşiktaş karşısında yaptığı gibi ilk yarı mağlup soyunma odasına giren Alanya, ikinci yarı attığı gollerle bir puanı aldı.
Galatasaray maça yoğun ve istekli bir baskıyla başladı. Maçın henüz başında Icardi’nin fırsatı tepip, Mertens’in attığı gol ofsayttan dönünce tribünlerde gerginlik ve hakeme yönelik protesto başladı ve ritmini maç sonuna kadar sürdürdü. Galatasaray bu sezon ilk dokuz maçının altısını deplasmanda oynadı. Taraftarın yeni yıldız transferleri izleme iştahı da geride kalan haftalarda iyice arttı. Bu beklentiye karşılık, ilk yarıda Mertens ve Icardi ikilisinden geldi. Bir de hakem Ali Palabıyık Sacha Boey’e doğrudan kırmızı kart gösterince Galatasaray devreye 10 kişi ve 2-0 önde girdi. Şimdi burada konuya bir parantez açalım.
(Galatasaray’ın bu sezon etkileyici transferlerinden biri Napolili Mertens. Ceza sahasına yaptığı topsuz koşuları, oyun kurarken rakip kaleciye yaptığı presle, hücum becerileriyle oyunda etkili. Ama bir de saha içinde arkadaşlarına yaptığı