Nusret Gökçe, Miami’den sonra New York’ta yeni restoranını açtı. New York’taki eleştiriler sadece sosyal medya kullanıcılarının değil, hepimizin diline dolandı. Peki neden başarıya bu kadar tahammülsüzüz? Neden hemen aşağı çekmeye çalışıyoruz?
Son günlerde sosyal medyada, Whatsapp gruplarında en çok paylaşılan New York Post’ta çıkan Nusr-et New York eleştirisi oldu. Buna daha fazla kayıtsız kalabilmek mümkün değil. Bu yazının birbirinden farklı kişiler tarafından paylaşılması anlaşılabilir, sonuçta Nusret Gökçe bir sosyal medya yıldızı da aynı zamanda. Bana tuhaf gelen yazının ya da eleştirilerin paylaşılması değil, bu eleştirileri paylaşırkenki üslup. Herkeste bir sanki hak yerini buldu tavrı… Nusret acımasızca eleştirildikçe, işleri kötü giderse, sanki o zaman hepimiz kazanacakmışız gibi saçma bir zevk alma hali…
Evet, eleştirilerde tabii ki haklılık payı vardır. Her yeni açılan restoranda aksaklıklar olur, bir restoranın oturması en az 3-4 ayı bulur. Fiyatların çok yüksek olmasına gelince, evet, bu da arz-talep meselesi sonuçta. Bu fiyatlara yemek yemeyi göze alan, alabilen gider, istemeyen gitmez. Bu kadar basit. Tamam, yine de bunları eleştirmeyi anlayabilirim. Ama eğri oturup
Tam 3 yıl önce Mardin beni şaşırtmıştı, Mardin Bienali’yle, bienalle eş zamanlı kitap fuarı ve Ankara Devlet Opera ve Balesi ile birlikte düzenlenen Opera ve Bale Günleri’yle.
Malum, biz İstanbul’da kendi küçük dünyamızda kendimizi büyük şehirde yaşıyor görürken bile opera ve baleye hasret kalmış durumdayız.
Her şeyden önce Mardin’de bienal yapılması tabii ki çok olumlu, sergileri gezen ilkokul öğrencilerini görünce bunun değerini daha da iyi anlıyorsunuz.
Ama adında bienal olunca beklenti de ister istemez yükseliyor ve o beklentiyi karşılamak zorlaşıyor.
İstanbul, Venedik, Sao Paulo gibi hem dokusu olan hem de söylemi olan şehirlerle aynı kulvarda yarışabilmek elbette kolay değil.
Uluslararası Bienal Derneği’ne üye olmaya hak kazanan Mardin Bienali daha yolun başında, zamanla çok daha iyi olacak.
Bunun için de hepimizin desteğini bekliyor.
Bu yıl Mardin Bienali, “Sözden Öte” başlığıyla 4 Mayıs-4 Haziran tarihleri arasında 4. kez gerçekleştirilecek.
Aklımızın nerede olduğu malum, yurt dışındaki olumlu gelişmeleri bildirelim.
Londra’da son günlerde peş peşe sevindirici gelişmeler yaşandı.
Hafta sonu Financial Times’ı okuyanlar görmüştür, Hüseyin Çağlayan’ın harika bir röportajı vardı.
Çağlayan, Financial Times’ın moda yazarı Jo Ellison’a şirketinin yüzde 20’sini Dalınç Arıburnu ve Nizar Al-Bassam’ın kurduğu Centricus adlı yatırım platformuna sattığını açıkladı.
Bundan sonra internet üzerinden alışverişte büyüyeceğini ve yeni bir çanta koleksiyonu hazırladığını da müjdeledi.
Bir şirketin ne kadar büyüdüğünün bir seçim meselesi olduğunun altını çizdi, aynı zamanda da şu anda büyük modaevlerinin başında olan kreatif direktörlerin aslında tasarımcıdan çok, iyi birer küratör ve iletişim uzmanı olduklarını söyleyerek moda dünyasını biraz da eleştirdi.
Hüseyin Çağlayan’ın Financial Times’taki röportajından ve şirketindeki yeni ortaklık yapısından başka bir sevindirici gelişme daha var.
Cumartesi akşamı Londra’da Soho House’dayız.
Kulübün 23 yıl önce ilk kurulduğu yerde birkaç gece önce yapılan büyük kutlama partisinden biraz yorgunuz, ama heyecanlıyız.
Üstelik bu heyecan, partide Jamie Dornan’dan Eddie Redmayne’e Soho House İstanbul’un açılış partisine de gelen sevdiğimiz yüzlerle bir gece daha birlikte geçirmiş olduğumuz için değil.
Tam aksine, yurt dışında Türk sinemasıyla görücüye çıktığımız için.
Gülse Birsel’in yazdığı, Ozan Açıktan’ın yönettiği ‘Aile Arasında’ filminin gösterimindeyiz, Soho House’un Londra’daki uluslararası üyeleriyle birlikte filmi izleyeceğiz.
Ama bir de bakıyoruz ki salon hızla doluyor ve bize yer kalmıyor.
Filmi daha önce Kanyon’da izlediğim için yerimi memnuniyetle ilk kez izleyeceklere veriyorum.
Çok sevilen İsrailli bir astrolog Gahl Sasson. Sadece Türkiye’de değil, dünyada da... Aslında bir Kabala uzmanı ama astroloji haritalarını yorumlamasıyla ve hayat değiştiren tavsiyeleriyle ünlü
Aylar öncesinden randevu alınıyor, tabii o da şanslıysanız. İstanbul’a her geldiğinde seansları dolup taşıyor. Sadece astroloji haritasını çıkarmak isteyenler değil, önemli anlaşmalar imzalamak üzere olan iş insanlarından özel hayatında hayatının kararını vermeye çalışanlara müthiş bir takipçi kitlesi var. Ona sormadan adım atmayanlar bile var. Gahl Sasson’dan bahsediyorum. İsrailli bir Kabala uzmanı ama İstanbul’da daha çok astrolog olarak tanınıyor. Gahl, İbranice rüzgar anlamına geliyormuş. Herkesin isminin anlamının hayatında önemli bir etkisi olduğuna inanıyor. Meksika’da sörf tatiline gidip aylarca kalması, orada kundalini yoga, daha sonra kabala ve astrolojiyle ilgilenmesi şu anki yolunu açmış.
Ben ismimin ne anlama geldiğini söylediğimde, “E, senin ismin her şeyi takip etmeye, her şeyden haberdar olmaya ve herkesi haberdar etmeye yönelik, yaptığın iş de tam da buna uygun” diyor. Arada ısrarla astroloji haritamı çıkarması için bir zamanını yakalamaya çalışıyorum ama şu anda bütün
Dün Londra’nın Soho bölgesinde sokakta bir kafede oturuyoruz.
Önce duman ve yanık kokusu yükseliyor, sağa sola bakıyoruz, kimse oralı değil.
Herkes içkisini yudumlamaya ve sohbetine devam ediyor.
Biraz sonra karşıdaki binada bir hareketlilik oluyor.
Tam 3 dakika sonra iki dev itfaiye kamyonu geliyor.
Önce karşı binaya bakıyorlar, bir şey bulunamıyor, sonra bizim oturduğumuz binanın çatısında yükselen alevleri görüyoruz.
Biz buz gibi havada sokakta ısıtıcılar altında otururken binanın çatısında yangın çıkmış, itfaiye gelmiş.
Yan masalara dönüp bakıyorum, kimse hâlâ oralı değil, ne hesabı isteyen var, ne içkisini yarım bırakan.
Milano Moda Haftası’nda beni en çok sevindiren haber New York Times’ta çıktı.
Sanayi 313’ün erkek koleksiyonu.
Serena Uziyel’in tasarladığı, Enis Karavil ile birlikte yarattığı Atelier 313 terlik ve çantalar kısa sürede bir dünya markası olma yolunda önemli adımlar attı.
Alex Eagle’dan Bergdorf Goodman’a önemli bütün mağazalara girmeyi başardı.
Sanayi 313’ün yaratıcısı Enis Karavil Marka 2017’de yaptığımız seansta müjdeyi vermişti, erkek koleksiyonunun çıkacağını.
Ama doğrusu koleksiyonun ne kadar harika olduğundan ve Milano Moda Haftası’na yetişeceğinden bahsetmemiştik.
Şimdi New York Times’da Lee Oliveira’nın fotoğraflarıyla koleksiyonu gördükten sonra daha da mutluyum.
Çok kısa zamanda çok büyük yol kat ettiler, gurur duyulacak bir başarı bu.
Tanem Sivar-Edhem Dirvana’nın sevgili köpekleri Django ve Pamuk’un başına gelenleri hepimiz dehşetle okuduk.
Dirvana ailesi gibi doğayla iç içe yaşayan komşuları nasıl olur da köpeklerini katledecek noktaya gelir, hiçbirimiz anlamadık.
Bunu köpeklere yapan biri pekâlâ insanlara da yapabilir dedik.
Bunu yapan cezalandırılmalı, hiçbir suç cezasız kalmamalı diye imzalar bile toplandı.
Neyse ki duyarlı sosyal medya kullanıcılarının gündem yaratması sayesinde, Dirvana ailesine destek yağdı.
Sonraki aşama, Dirvanaların öncülüğünde yeni hayvan hakları yasası tasarısını hayata geçirebilmekti.
Daha sonra olumlu bir adım atıldı, köpekleri zehirleyen komşu tutuklu yargılanmaya başlanıldı.