Galiba en son askerde, bir topa elimi dayayıp bağıra çağıra yemin etmiştim ben...
Ailem gelmişti; içleri gurur, gözleri nemle dolmuştu.
Sesimiz gür çıktı diye komutanlar mutlu olmuştu.
Yemin önemlidir bizde...
Bir müessesedir, ritüeldir.
Vesikasız güvencedir. Hakikatin oral tescilidir.
Neredeyse konuşmayla başlarız yemin etmeye de:
Geçen yaz Mehmet Ali Birand’la Bodrum’da buluştuğumuzda bir nehir söyleşi planlamıştık. Bu yaz kapanıp yazacaktık. Daha doğrusu o anlatacaktı; ben yazacaktım.
Kışın görüştüğümüzde solgundu; “O kitabı hızlandırsak iyi olacak” dedi bana...
Buruk bir tavsiyeydi.
Anlamazdan geldim; “Ben hazırım” dedim.
O, hazır değildi.
Hiç beklemediği bir illet sinsice vücuduna yerleşmişti. Bir süre tedavi görecekti. Ameliyat gerekebilir veya daha kötüsü- gecikmiş olunabilirdi.
İnanamadım.
Kaçma şüphesi... Saklanma şüphesi... Delilleri karartma şüphesi...
Yargıçların bir insanı tutuklu yargılamak, daha doğrusu tutuklulukla cezalandırmak için türlü çeşit şüpheleri var.
Hizbullahçıların tahliyesinde en ufak şüphe alameti göstermeyen hukuk vicdanı, tutuklu veya hükümlüler muhalif milletvekilleri olunca birden derin şüphelere gark oluverdi.
“Yargı reformu”nun faydaları işte...
Haberal ve Balbay için “Deliller tamamen toplanmadı; savunmaları hâlâ alınmadı” deniliyor.
Gerekçe mi bu; itiraf mı?
841 gündür tutuklu olan birinin suçlanmasına dayanak oluşturacak deliller henüz toplanmadıysa, savunması hâlâ alınmadıysa bu hangi akla, hangi insafa sığar?
Televizyonda yeni bir web-tv’nin tanıtımı yapılıyor. Sinema tarihinin klasiklerinden “Casablanca”nın ünlü sahnesi alınmış:
Ingrid Bergman, piyanodaki Sam’den “eski günlerin hatırına” o şarkıyı “yeniden çalmasını” istiyor.
Sam, tüm zamanların en güzel parçalarından birini çalmaya başlıyor:
“You must remember this...”
O sırada tişörtlü bir genç, filme dalıyor. Sam’in yanına gelip “Abi n’olur tekrar çalma, kalk adamları kovala” diyor.
Sonra da Bergman’a çıkışıyor:
“Ablacım sıkıldık. Aksiyon, macera seyredelim artık...”
Diploma gerektirmeyen bir meslek bizimki... Doktor olsanız branşınızı sorarlar; mühendis olsanız diploma isterler.
Gazetecilik için niyet yeter.
Bu, meslek için hem avantaj hem dezavantajdır.
Avantajdır; çünkü öbür mesleklerden gelenlerin farklı birikimleri, gazeteciliğe dinamizm katar.
Dezavantajdır; çünkü mesleki eğitim eksikliği, gazeteciliğin geleneklerini, etik ilkelerini yenilere aktarmayı güçleştirir.
* * *
İzzet Çapa, gece hayatının önemli isimlerinden...
Yalnızlar için Sevgililer Günü yazısı yazmışlığım var. Ama bunca yıl yetimler için Babalar Günü yazısı yazmadığımı fark ettim.
Fark ettim; çünkü artık ben de onlardan biriyim.
Bu, ilk babasız Babalar Günüm benim...
* * *
Oysa ne kadar da kalabalıkmışız.
Kundaktan itibaren üzerine gerilen kanatlardan mahrum kalmış, sessiz, savunmasız bir orduda askere alınmış gibi hissediyor insan...
Günün birinde herkesin gönülsüz kaydolacağı, mahzun bir yetimler ocağı...
Londra
Bir süredir dünyanın önde gelen spor kanallarında Türk Hava Yolları’nın bir reklam filmi yayınlanıyor.
Filmde, Polonya asıllı Danimarkalı tenisçi Caroline Wozniacki, maçın set arasında THY’nin business class koltuğunda dinleniyor, zengin menüsünden yemekler yiyor.
Wazniacki, dünya kadınlar tenisinin bir numarası ve THY’nin yeni yüzü...
Önceki gece, Sharapova, Jankoviç gibi tenis dünyasının diğer yıldızlarıyla birlikte Londra’da düzenlenen Wimbledon partisindeydi.
İngilizlerin geleneksel tenis turnuvası öncesinde Kensington Roof Gardens’da düzenlenen renkli geceye Türkiye’den de çok sayıda tenissever davetli katıldı.
Çünkü partinin teması “İstanbul”du.
Onu ilk hatırladığımda, minik bedeni acil serviste, tek başına bir sedyedeydi.
Bacağı kırık, alnı sarılıydı. Sargısından kan sızıyordu.
O, çığlık çığlığa ağlıyordu.
Babasının kullandığı arabanın ön koltuğunda, annesinin kucağında giderken bir minibüsün çarpmasıyla motor dizlerine binmiş, kafası ön cama geçmişti.
Ömür boyu alnında taşıyacağı iz, o kazadan hatıraydı.
Bilmiyordu daha; ama açık ya da saklı nice yaralar sıradaydı.
* * *