Ankara sıcaktı. Gazeteciler kapıda İsmail Cem’i bekliyorlardı; Cem ise evinde vaktin gelmesini...
O sırada telefon çaldı. Telefondaki, "Bina komandolarla sarılı, sakın gelmeyin" dedi.
Cem, "Ne olursa olsun gideceğim" diye üsteledi.
Gergin ortamı küçük kızı İpek’in sorusu yumuşattı:
"Görevimiz tehlike, değil mi babacağım?.."
11’de yanında arkadaşlarıyla makamına gitti. Kapıda emekli bir albay tarafından durduruldu:
"Emir var, binaya giremezsiniz" dedi albay...
Cem, "Suç işliyorsunuz" diye uyardı. Ancak asker kararlıydı.
Bunun üzerine gazetecilere döndü ve "Kurum şu anda hukuken yetkisiz bir şahıs tarafından (Prof. Nevzat Yalçıntaş) işgal edilmiştir. Bunu kamuoyuna ilan ediyorum" dedi.
35 yaşındaki İsmail Cem’in 1974 Şubatı’ndan, 1975 Mayıs’ına kadar süren TRT Genel Müdürlüğü macerası böyle sona erdi.
***
Önceki gece, İsmet Solak’ın "İsmail Cem Dosyası" kitabını okudum (ANKA, 1975). Kitapta Ecevit, Cem’i niye seçtiğini şöyle açıklıyordu:
"Cem, yazılarında yalnız solu değil, sağı da bir bilim adamı objektifliğiyle değerlendirirdi. Onun için (hükümet ortağı) Erbakan’ın da onun TRT Genel Müdürlüğü’nü benimseyeceğini düşündüm. Tahmin ettiğim gibi oldu. Öneriyi duyan Erbakan’ın sevinçle yüzü güldü."
Kitapta TRT’ye 15 ay unutulmaz bir yayıncılık dönemi yaşatan Cem’in özgeçmişi de anlatılıyor.
İlkokulu Işık Lisesi’nde, ortayı Robert Kolej’de, lise 1’i ise San Fransisco’da okuyan Cem, koleji Türkiye’de tamamladıktan sonra 1962’de Lozan Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiriyor.
6 - 7 ay Avrupa’da kaldıktan sonra, döndüğü hafta, Milliyet’in önce inceleme bölümünde, sonra 2. sayfasında yazar olarak işe başlıyor.
Harp Akademisi’nde askerlik yaparken de "Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi" kitabını yazıyor.
***
Dün, 27 yıl sonra yine sıcak bir Ankara sabahında, Cem, gazetecilerin arasına daldığında bu kez "komando" tehlikesi yoktu.
Kızı büyümüş ve kendi izinden Milliyet’e köşe yazarı olmuştu.
6 Haziran 1975 günü kendisini TRT’ye götüren arkadaşlarından Uğur Mumcu’yu kaybetmişti. Adil Özkol yine yanındaydı.
Bu kez kamuoyuna şikayet ettiği kişi ise, düne kadarki Genel Başkanı Bülent Ecevit’ti...
Konuştuğu salonda Fransız romantik ressam Theodore Gericault’nun "Meduse’nin Salı" tablosu asılıydı. Fırtınada açık denizde batmış bir gemiden sağ kalanları, sal üstünde dalgalarla boğuşurken gösteren bu tablonun altında, günün manasına uygun 3 sözcük vardı:
"Ölüm, umutsuzlar ve umut."
***
"Cem Dosyası"nı okuduğum gecenin sabahında izlediğim İsmail Cem, oluşumunu merkeze çağıran davetlere omuz silkercesine "sol bir söylemle" çıktı kamuoyu karşısına...
Bir gazeteci olarak kendi açıklamasına "Hedef: Çağdaş çoğunluğun sosyal demokrasi eksenindeki ittifakını ve iktidarını gerçekleştirmek" başlığını atmıştı.
"Ecevit mavisi" gömleği içinde rahat ve vaatkardı.
Handikapları mı?
DSP’de uzun süre, bugün eleştirdiği tablonun içinde yer almış olması...
İdeolojik değil kişisel nedenlerle partisinden kaçmış bir küskünler ordusuna kumanda etmek zorunda kalması...
Ve yanında, açıklama metninde umut vaat ettiği kitlelerin örgütlerinden ziyade, onların ideolojik muarızlarıyla, kimi fırsatçıların bulunması...
Buna rağmen denilebilir ki, fırtınada batmış gemiden sağ kalanlar, Cem’in çıkışında bir sal umudu gördüler dün...