Ada Kendilerinden öncekilerin de yaşamla vedalaştığı anayurtlarına yorgun adımlarla yaptıkları bu son yolculuğun ardından bir mağarada inzivaya çekilir, ölümü beklerlermiş.Asırlar sonra toprak kazıldığında, ille kendi toprağına gömülmek için ölüme yürüyen yaşlı fillerin toplu mezarlığında, kemikleri yan yana, koyun koyuna bulunurmuş.* * *Böylesi bir son yolculuktu Mehmed Uzun'unki...O da uzun bir sürgünde, "içindeki canavar" vücudunu hepten işgal edince anayurduna dönmüş, doğduğu coğrafyada ölmek istemişti.Toprak çağırmıştı sanki...4 ay önce görüşmüştük, Diyarbakır'daki Hamravat evlerinde...Hazirandı.Şeyhmus Diken'le bizi karşıladığında doktorunun el sıkışma, kucaklaşma yasağını delmişti; içtenliğin karşı konulmaz coşkusuyla...Bir gül bahçesinin ortasında oturmuş, söyleşmiştik. Üzerinde çalıştığı yeni romanı göstermişti, sevinçle...Yasak bir dilde yaşamıştı uzun süre... Anasından duyduğu, rüyasını gördüğü dilde konuşması, yazması yasaktı. Ama o, konuştu, yazdı.Bu yüzden de erken yaşta sürgünle tanıştı. Yasaklanmış, kovulmuş bir dili, sürgünde yaşattı, büyüttü ve nihayet onun sürgün vermesine, salıverilmesine de tanıklık etti.Biz gittiğimizde kendi yurdunda, anadilinde basılmıştı kitapları:Yorgun gözlerinden sıcak ışıklar saçarak "Hep hasretini çektiğimiz şeydi bu" demişti: "Kitapları getirdiklerinde öyle mutlu oldum ki... Bir şarap açtık arkadaşlarla, kutladık."* * *En çok da barışı konuşmuştuk o gün...Uğruna kabristanlar doldurduğumuz o yaralı kuşu..."Hem Türklerin, hem Kürtlerin politikası tıkandı" diyordu."Eski dar ideolojik kalıplardan kurtulmamız, demokratik bir evrim geçirmemiz, yeni bir heyecan yaratmamız lazım. Kavgaya değil, sükûnete ihtiyacımız var."Bir akil adam sağduyusuyla konuşuyordu.Hem herkese kızarak, hem herkesi kucaklayarak...Farklılıklardan ziyade, ortaklıkların altını çizerek...* * *Lakin, eski bayramların tadı gibi azalıyor paydalarımızın ortaklığı da...Ben ki sevmem, öyle herkesin aynı telden çaldığı, tek tip hassasiyetleri... benzerliklerden ziyade farklılıklara tutkunumdur.Yine de bilirim ki, onca çiçek bunca farklı açıyorsa da, hepsi aynı suyun, aynı toprağın, aynı güneşin mahsulüdür.O sudan, o topraktan, o güneşten mahrum kalırlarsa kururlar.Ve birbirinden farksızdır kurumuş çiçekler...O yüzden ortaklık bağlarını önemserim.Anayasada yazılanların ötesindedir o bağlar...Mesela Babam ve Oğlum'un aynı sahnesinde akan gözyaşındadır.Sarı Gelin başladı mı kendiliğinden mırıldanan dudaktadır.Bir toplu kahkahada, bayramda, güllaçtadır. * * *Çok fark etmesek de, bizi bize bağlayan o kıymetli bağlardan biriydi Mehmed Uzun da...Onu bildiğinden anayurdunda ölmek istemiş, uzun bir yolculuğun ardından doğduğu topraklarda inzivaya çekilip eceli beklemişti.Muhtemelen yokluğunu, varlığından çok hissedeceğiz.Onca arzuladığı barışı göremeden ölmesine kahredeceğiz.Ve yıllar sonra kana doymuş toprak kazıldığında onu da, o yaralı kuş uğruna kabristanlar dolduranlarla birlikte yatar bulacağız; ....yan yana, koyun koyuna... can.dundar@e-kolay.net Derler ki, filler öleceklerine yakın sürüden ayrılır ve bir başlarına, doğduğu topraklardaki mezar yerlerine yürürlermiş.