Ada Rönesans rüzgârıyla yaratıcılığın patladığı bu dönemde diktatöre dönüşen Savonarola, sanat eserlerini Tanrı'nın yaratıcılığına rakip olarak görüyor, günah sayıyormuş.Kentin ana meydanı olan Piazza della Signoria'daki mahkemede sanatçıları ve eserlerini "günahkârlıktan" yargılamış. Adamlarını kapı kapı dolaştırıp sanat eserlerini toplatmış, yine Signoria'da yaktırdığı büyük ateşlerde imha ettirmiş.Signoria, "Leonardo'nun kenti" olarak bilinen Floransa'da, sanatın cezalandırıldığı meydan olarak tarihe kazınmış. Floransa'nın geçmişinde kanlı bir dönem var: 5 asır önce kentin yönetimi Savonarola adlı gerici bir papaza geçmiş. Signoria meydanı, kendi tarihine inat, sanatın, yaratıcılığın merkez üssü haline geldi sonradan...Biz de o üste, sanat bayrağının dalgalanışına tanık olduk cumartesi gecesi... Saat 22.00'ydi.Meydan saatler öncesinden dolmuştu. Çevre pencerelerde, balkonlarda insanlar salkım saçaktı. Meydanı çevreleyen cafe'ler, restoranlar tıklım tıklımdı. Klasik müzik salonlarındaki tablonun aksine bu açık hava konserinde yaş ortalaması hayli düşmüştü.Konser platformu tam da bir zamanlar sanatçıların yargılandığı mahkeme binasının kemerinin önüne, saat kulesinin gölgesine, Roma heykellerinin ayakları dibine kurulmuştu.Bronz Perseus heykeli, meydanın eski vahşet günlerini anımsatırcasına elinde bir Medusa kafası tutuyordu.Neptün çeşmesinde su perileri oynaşıyordu. Cosima, atına binmiş, bir zamanlar Boccaccio tablolarının ateşe verildiği köşeden meydana bakıyordu.Orkestranın yerleştiği zeminin bir ucunda Michelangelo'nun Davud heykelinin bir kopyası, öbüründe Giambologna'nın yekpare bir mermerden yontarak ortaya çıkardığı ünlü tecavüz sahnesi vardı.Böylesine göz kamaştıran bir atmosfer içinde, sahneye çağrıldı Fazıl Say...O andan itibaren Floransa, bir saatliğine "Floran-Say" oldu.İtalya'nın ilk, Avrupa'nın en eski müzik festivallerinden "Maggio Musicale Fiorentino"nun 70'incisindeyiz. Karajan'ın, Bartok'un, Callas'ın seyirci önüne çıktığı bu itibarlı festivalin kapanış konserini Fazıl Say veriyor. "Floran-say" Ama konserin asıl önemli yanı, Say'ın "Yaşayan en büyük müzik adamlarından" saydığı Zubin Mehta ile buluşması...Doğu'dan gelip Batı'nın müziğine damgasını vuran, İsrail Filarmoni Orkestrası'nın "ebedi şef"i Mehta, bu konsere Say'ı özellikle davet etmişti ve bizler, Fazıl Say'ı daha önce pek çok turnede, konserde izlemiş olanlar, ilk kez onu bu kadar heyecanlı görüyorduk. Provada gergindi. Dünyanın en önemli orkestra şefiyle çalacaktı. Üstelik sadece müziğine değil, politik duruşuna da hayran olduğu bir müzik adamıydı Mehta...Sonradan provayı anlatırken "Yaşadığım stresi anlatamam" dedi: "37 yaşındayım. Yılda 140 konser veriyorum. Ama bu kadar heyecanlanmadım hiç... Uykusuz geceler geçirdim. Müzik hayatımın en üst noktası bu, yorumcu olarak mesleğimin zirvesi..."İnsan ilişkisinde olduğu gibi solistle şefin buluşmasında da ilk anlar önemliydi. Mehta ile aynı sahnede "Özellikle ilk 4 dakika..." dedi Fazıl "...ortak damarı buldun buldun; yoksa yandın."Çaykovski'nin 1 numaralı piyano konçertosunun notaları meydana dağılmaya başladığında oluşan saygılı sessizlik, ortak damarın bulunduğunu gösteriyordu.Rahatladı Fazıl...Mehta'nın bagetinden süzülen müziği piyanosuna aktarıyor, kendi yorumunu işliyor, sonra yeniden Festival Orkestrası'na devrediyordu.Bu eşsiz paslaşmayla konser bittiğinde ısrarlı alkışlara rağmen bis yapmadı. İlk buluşmada fazla öne çıkıp Mehta'nın "sahnesini çalmak"tan kaçındı.Sonbaharda İsrail Flarmoni'nin açılış konserinde yeniden buluşacaklar ve birlikte 8 konser vereceklerdi. Bisleri oraya erteledi. İlk 4 dakika Fazıl'dan sonra koro, bando ve nihayet dolunay geldi meydana... Meydanı hepten büyülü bir atmosfere soktu.Havai fişeklerin ışık püskürttüğü görkemli finalle sustu notalar...Konser çıkışı Fazıl soframızdaydı. Yorgun, ama coşku doluydu.Yorgunluğu da coşkusu da Mehta'ya saygısındandı:"Yıllardır böyle yorulmuyordum" dedi:"Gerçekten büyük adam. Yönetirken bir enerji yayıyor. Karizmasıyla ezmiyor, kucaklıyor seni..."Sonra ortak noktalarını özetledi:"Ben de Zubin Mehta gibi buraya bireysel mücadelelerden geliyorum. Ama bu mücadeleyi, Mehta'nın yeteneğiyle, karizmasıyla, inancıyla kazdığı tünellerden geçerek verdim. O yüzden, benim için daha da paha biçilmez bir gece bu... Onunla bir kez olsun çalabildiğim için çok mutluyum."Bu kadirbilirlik, hemen yanımda oğlunun başarısını, eleştiriyi hiç elden bırakmayan bir gururla izleyen Ahmet Say'ın da dilindeydi. O da konseri yorumlarken az ama öz konuştu:"Cumhuriyetin çağdaşlaşma projesinin bir meyvesidir bu..." Paha biçilmez gece Sonra dağıldı alan..Görenler, gelip Fazıl'ı kutladı, o anı fotoğrafladı.Meydan boşaldı.Alana tepedeki dolunay hizasından bakan saat kulesine, karanlıklar içinden parıldayan Roma heykellerine, içinde perilerin cirit attığı tarihi çeşmeye, Vecchio sarayına bakarken, tarihin kanlı, hunhar, yanık kokusu geldi burnuma...Yazının başında sözünü ettiğim Savonarola, iktidara gelişinden kısa bir süre sonra, eserleri yaktırdığı bu meydanda yakılarak öldürülmüştü.Parçalanmış resimlerin, kırılmış heykellerin, yakılmış kitapların, katledilmiş sanatçıların kör kuyusundan, sanatın nasıl zaferle çıktığını düşündüm. Avrupa, 500 yıl önce yaşamıştı Sivas'ı...Bugünse, Sivas'ı yeni yaşamış bir ülkenin sanatçısını ayakta alkışlıyor, adeta "Sizde de böyle olacak. Sanatın gücü, bağnazlığı boğacak. Acılar tarih olacak" diyordu.Geride, zorbalar, yobazlar değil, sadece eserler ve sanatçılar kalacaktı.Çaykovski gibi...Zubin Mehta gibi...Fazıl Say gibi... can.dundar@e-kolay.net Floransa'dan Sivas'a