Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı


31 Mayıs Cuma sabahı saat 5’te uyandı Metin Toker...
Mart sonu beline vuran ağrının, vücuduna sinsice yayılan illetin tamtamları olduğu anlaşılınca yatırıldığı Güven Hastanesi’nde 59 yıllık bir tiryakilikle yazısını düşünmeye koyuldu.
Emektar daktilosunu tuşlayacak gücü yoktu artık...
Makalesini, kolunda serumla, kızı Gülsün’e zar zor dikte ettirdi.
"Uzlaşma olmasaydı, birlikte yaşam olmazdı" başlığını attı, kimi satırların altını çizdi.
Sonra tıkandı nefesi...
Tedavi, çocukluktan kalma akciğer rahatsızlığını uyandırmış, onu soluksuz bırakmıştı.
Apar topar yoğun bakıma taşındı.
O günden beri, ona nefes veren borulara ve ıstırap veren ağrılara dayanabilmesi için gününün çoğunu "uyku" denilen sürgünde geçiriyor.
***
Ben, onun rahle - i tedrisinden geçmiş talebeler listesinin son sırasındakilerdenim.
Son 15 yılda nice belgeselde birlikte çalıştık.
Kamera karşısında olduğu kadar dost sofrasında da sohbetini dinleme şansı buldum.
İsmet Paşa, hayatına o kadar ağır bir damga vurmuştu ki, onu anlatmaktan bir türlü kendisine gelememişti sıra...
Çok nadiren söz ederdi kendi öyküsünden...
Birkaç keyifli yemeğin istisnai parantezinde dinleyebilmiştik hatıralarından kırıntıları:
Harp yıllarında tıp okurken Nadir Nadi sayesinde gazeteci olmuş, asıl şöhretini ise 1950’lerin haşarı dergisi Akis’le yapmıştı.
Yayın politikasıyla DP’nin hışmına uğrayınca CHP’liler ona kalkan olarak milletvekilliği önermişler, ama "Paşa’nın damadı", altın tabakta sunulan bu zırhı reddedip kontenjanda kendine ayrılan yere meslektaşı Bülent Ecevit’i önererek Türkiye’nin kaderini değiştirmişti.
***
Kendisi ise çileli gazetecilik serüvenini sürdürmüş, içeri düştüğünde bile mesleğe ara vermemişti.
1957’de eşi Özden 9 aylık hamileyken Akis’in kapısına dayanmıştı polis... Hapse gireceğini haber vermek için aradığı eşi, hıçkırarak "Gelmeyecek misin" diye sormuştu.
Gelemeyecekti.
Saçları 3 numaraya vurulurken ihtiyaçlarını yazmış yollamıştı:
"Tıraş takımı, pijama, iç çamaşırı, yorgan..."
Yorgan, üzerine "Chanel 5" dökülmüş olarak gelmişti.
Bu, Özden Toker’in kokusuydu.
Hapiste kaldığı toplam 20 ay boyunca içeriden Akis’e takma adla yazmayı sürdürmüştü. DP iktidarı, yazıları nasıl dışarı çıkardığını anlamak için, voltada oynadıkları topu bile takibe almış, ancak bulamamıştı.
"- Peki nasıl çıkarmıştınız" diye sormuştum bir kez...
"- Söylemem" demişti; o sırrı anılarında yazacaktı.
Bir sabah "Metin Toker" diye seslenen gardiyan, "çocuğun olmuş" müjdesini vermişti.
"- Neymiş?"
"- Kız!"
2 yıl sonra yeniden içeri düşüp çıktığında Gülsün "Bir daha sakın bir yere gitme baba, gidince gelmiyorsun" diye eline yapışacaktı.
***
İşte o kız, son 1 yıldır ecelle yarışırcasına bir telaşla babasının anılarını yazıyordu. Baba - kız yoğun bir çalışmayla ancak 1950’lere gelebilmişti.
Epeydir daktilo tıkırdamayan Pembe Köşk’e gittim önceki gün...
Babasının eline yapışıp "Sakın gitme" diyen kızla, "Gelmeyecek misin" diye hıçkıran kadını gördüm.
Tarihi köşkü sessizliğe bürüyen adam, bu yazıyı okuyabilir mi, bilmiyorum... Ben yine de Türk basınının duayenine, yazının yüreklere değen o iç sesiyle seslenmek istiyorum:
"Hadi uyan Metin abi, uyan da bitir ‘Gazeteci Olan Adamın Hikayesi’ni... Bitir de şu dışarı uçurulan yazıların sırrını öğrenelim. Ve seneye birlikte kutlayalım; meslekte 60, dünyada 80. yılını..."