Bu, Bakü'den üçüncü yazım... Yine dil üzerine yazacağım. Çünkü çok önemli bir gelişmenin eşiğinde olduğumuzu görelim istiyorum.
Rusların çekilmesinden sonra Avrasya'da inanılmaz bir nüfuz savaşı başlamıştı. Bu savaşın en önemli silahlarından biri "dil"di.
Suudi Arabistan, İran ve Libya, Türki cumhuriyetlere "Kiril'i bırakın Arap harflerine dönün" çağrısı yapıyordu.
Azerbaycan Latin alfabesini seçerek önemli bir adım attı. Onların ardından önce Türkmenler sonra da Tatarlar Latin'e geçme kararı aldı.
Tüm Türki cumhuriyetler aynı tercihte buluşabilse ortaya 10 bin kilometrekarelik bir coğrafyada aynı dilde konuşup yazan 200 milyonluk bir topluluk çıkıyor.
Bu, bir zamanların ırkçı "Pantürkizm" hayallerini çağrıştırsa da tablo oldukça farklı... Çünkü "Adriyatik Denizi'nden Çin Seddi'ne kadar tüm esir Türkleri komünizm cenderesinden kurtarma" düşünün yerini, bugün "Avrasya'da demokrasiyi kurma" ideali aldı.
* * *
Hafta sonu Bakü'de görüştüğüm Azeri şair Neriman Hasanzade "200 milyonluk Türk dünyasını birbirinden üç harf ayırıyor" dedi:
Biri "x", biri "q" ve bir de (klavyemde olmadığından yazamadığım) ters çevrilmiş bir "e" harfi...
Hasanzade, "Türkiye biraz gayret sarf etse bütün Türklerin kullanabileceği bir ortak alfabe oluşturabilir" görüşünde...
1992'de Türki cumhuriyetleri gezen Demirel de Bişkek'te Kırgızistan Cumhurbaşkanı ile tercümansız konuşmuş ve "İki ay dinlesek, birbirimizi rahat anlarız" demişti.
Kırgızlar "doğru" yerine "tori" diyorlar. Azerilerse"düz" diyor.
Ancak 100 yıldır birbirinden kopuk yaşayan Türki cumhuriyetleri "harflerden örülmüş bir demirperde" ayırıyor. Özbekler Tatarların, Tatarlar Azerilerin yazdığını okuyamıyor, onun yerine aralarında Rusça anlaşıyorlar.
Oysa düğünlerinden yaprak sarmalarına, şarkılarından aşk destanlarına, Nevruz kutlamalarından ibadet biçimlerine kadar tıpatıp benzeşiyorlar. Çoğu, dünyayla bütünleşmek için yarı hayranlık, yarı umutla Türkiye'ye bakıyor.
Orta Asya steplerinde Latin rüzgarları estirecek bir ortak alfabe, ortak dilin ilk adımı olabilir. Ortak dil ise, yakınlaşmanın çimentosudur. Böylece "harflerden örülmüş demirperde", "harflerden döşenmiş bir İpek Yolu"na dönüştürülebilir.
* * *
Atatürk 1933'teki 10. Yıl Nutku'nda şöyle demişti:
"Yarın Sovyetler parçalanabilir ve onun idaresindeki dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz avuçlarından kaçabilir. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız".
Aynen öyle oldu, ancak Türkiye hazırlıksız yakalandı. Ata'nın önerdiği "Dil, inanç, tarih gibi manevi köprüler" zamanında atılamadı.
1992'de Türki cumhuriyetlerden yılda 10 bin gence Türkiye'de eğitim verme programı başlatıldı. Bölgede Türkçe kursları açıldı. Ardından Türkiyeli işadamları koştu bölgeye... Bazı televizyon kanalları gitti. Müthiş bir değişim dönemi yaşandı.
Ancak Rusya'daki 1998 krizi, bu tohumları filizlenmeden kuruttu. 10 yıl önce yılda 10 bin öğrenci gelirken, geçen yıl bu sayı 800'e düştü. Azerbaycan'da yayın yapan Türk televizyonları dayanamayıp kapandı.
* * *
Türki cumhuriyetlerle Türkiye'nin benzerliği "destan ve dolma"yla sınırlı değil:
Siyasi ve ekonomik istikrarsızlık da benzeşiyor; rüşvet düzeni de, "yerel çarlar"ın aile yakınları aracılığıyla çalıp çırpma huyu da; demokrasi ve insan hakları fukaralığı da...
Bu konularda "kendi muhtaç" Türkiye'nin 200 milyonluk bir "Birleşik Avrasya"nın liderliğine soyunması beklenebilir mi?
Kendisi dilini koruyamayıp nesiller arası bir dil bariyeri yaratmış Türkiye, Türk dünyasında ortak bir dil kurulmasına öncülük edebilir mi?
Bu da şimdilik Pantürkizm gibi bir hayal...
Ancak altan alta bir oluşumun başladığını da görmemek imkansız.
Yıllardır Azerbaycan'a tarım araçları satan bir Türk işadamı, "Adeta 1940'larda ABD'nin Marshall yardımıyla Türkiye'ye yaptığını şimdi biz Azerilere yapıyoruz" diyor.
Kızılay, 1 milyon Karabağlı mülteciye yardım taşıyor.
Türk Silahlı Kuvvetleri, Azeri ordusunu eğitiyor.
Tarihin, coğrafyayı değiştirdiği bu önemli dönemeçte Avrasya havzası büyük ittifaklar vaat ediyor.
Ancak, bu tarihi fırsatı değerlendirebilmek için her şeyden önce Türkiye'nin kendisine çekidüzen vermesi gerekiyor.