Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Yurtdışında yaşayan, nicedir görmediğim bir arkadaşım anlattı:
Önceki yıl kanser şüphesiyle hastaneye gitmiş, muayene olmuş. Ciddi bir şey olabileceği anlaşılınca daha ayrıntılı tetkiklere girişilmiş.
Doktor kaygılıymış. Ama tetkik sonuçları çıkana dek bir şey söyleyemeyeceğini anlatmış.
Arkadaşım tehlikeli bir tümör olduğu izlenimi almış.
Ecelin kapıya dayandığı duygusuna kapılmış.
Derhal işinden ayrılmış.
Yıllardır rafa kaldırdığı hayallerini raftan indirmiş.
İş hayatı boyunca biriktirdiği paraları, hep yapmak istediği dünya seyahati için harcamaya karar vermiş.
Çantasını sırtına vurmuş.
“Büyük ve son gezi” için yola koyulmuş.
Daha ilk durakta hayat boyu ıskaladığı her şeyi bir bir keşfetmiş. Bütün hayatını ve ilişkilerini gözden geçirmiş.
İlk duraktan sonra geziyi kesip yaşadığı ülkeye dönmüş ve tahlil sonuçlarını almış.
“Temiz” yazıyormuş sağlık raporunda...
Şaşkın bir sevinçle, kalan biletlerini iade etmiş.
“Büyük sefer”i bir başka sefere ertelemiş.
İşine dönmüş.
* * *
Tuhafız!
Uyku bastırmadan yorulduğunu anlamayan ameleler gibi, kapımızda ecel atı kişnemeden hayatın penceresini açmıyoruz.
Sanki yaşama akmak için Azrail’in kolumuza girmesi gerekiyor.
Paradoks işte:
Hayatı ecel sevdiriyor bize; yolun tadını Ahiret yolculuğu hatırlatıyor; nefes almak için son nefesi bekliyoruz.
Hep söyleyedurduğumuz “yarın ölecekmiş gibi yaşamak”, ancak hakikaten yarın öleceğimizi öğrendiğimizde mümkün hale geliyor.
Dünyevi hırsları, ertelenemeyen ihtirasları, ancak öbür dünyanın habercileri ıslah edebiliyor:
Kişisel bir sağlık raporu...
Ya da çevreden gelen bir ölüm haberi...
Emrihak fikri kapıyı çalmadan kimse sormuyor:
“Bu, yaşamak istediğim hayat mı?”
“Son 30 günün” deseler, burada mı olurdum?
Bu işle mi uğraşırdım?
Bu insanlarla mı yaşardım?
Değilse neden şimdi buradayım?
Daha çok vaktim olduğu için mi?
Ne biliyorum ki kalan süreyi?
Yarın ölecekmiş gibi yaşamıyoruz; tersine
hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyoruz ve hayatı
finale kadar erteliyoruz.
Maçın uzatmalarında artık mecali kalmamışken nafile bir gayretle gol atmaya çabalayan futbolcular gibi; ancak ölümle yüzleştiğimizde yüzleşiyoruz hayatla da...
Geç oluyor.
* * *
Dostumu dinleyince şöyle bir ihtimal canlandı zihnimde:
Hastane ona yanlış bir teşhis raporu verseydi... Mesela onun raporu ölümcül bir hastanınkiyle karışsaydı... Yani göç ufukta görünseydi, dostum şimdi hep yaşamak istediği hayatı yaşıyor, dünyayı turalıyor olacaktı.
Onun sağlam raporu yanlışlıkla birkaç ay sonra durumu ağırlaşacak bir hastaya verilecek olsa, o hasta da belki “görkemli bir jübile” planlarını erteleyip işinin başına dönecek ve hayalindeki finali yaşayamadan bürosunda ölecekti.
Hayatımızın iplerinin bir hücrenin dokularında, bir hastane dosyasında, tıbbi raporlar arasında kaybolup gitmesi üzücü...
O ipleri elimize almak mümkün oysa ki...
Hayatı yaşamak için onun yitmesini beklememek...
Ölümü kollamak yerine onun üzerine gitmek...
Ve bu yolla onu yenmek...
Yaşamı hak etmek mümkün...