Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı




Bolşoy Tiyatrosu'nun kapanış gününde "Kuğu Gölü" balesini izledim.
Biletler karaborsada 100 dolara fırlamıştı. Girişte sade şıklıklarıyla Ruslar ve umursamaz rahatlıklarıyla Amerikalılar hemen ayrışıyorlardı. İlk katta şampanya ve havyar servisi vardı.
Salonda, dev avizenin kristal saçaklarının ışığıyla göz kamaştıran localar, ağır kırmızı kadife perdeleri ve altın işlemeli süslemeleriyle 19. yüzyılla henüz vedalaşmamış gibiydi.

* * *

Salon kararıp da ağır perde ağır ağır iki yana ayrıldığında bir Alman kalesi içindeki doğum günü kutlamaları belirdi sahnede...
Annesi, o gün kılıç kuşanan Prensi, çevresini saran kızlardan biriyle başgöz etmek istiyordu. Lakin Prens ideal aşkın peşindeydi.
Şenlik bitip de gelin adayları dağıldığında Prens arkasında bir karaltı hissetti. Kara giysiler içindeki bu yaratık; şeytandı.
Şeytan, etkisi altına aldığı Prens'i esrarengiz bir göl kenarına sürükledi. Dolunay ışığının kurşuni maviliğinde sessizce uyuyan göl, Prens'in gelmesiyle aniden hareketlendi ve sahnenin ortasında bekleşen iki düzine kuğu, parmak uçlarının yeri incitmesinden çekinircesine narin adımlarla kaçıştılar.
İşte o andan itibaren insan vücudunun müzikle büyüleyici raksı başladı. Kuğular, mucizevi bir ahenk ve ipeksi bir yumuşaklıkla dans ettiler. Ve Prens içlerinden en güzeline kaptırdı kalbini...
Sonunda aradığı saf aşkı, kuğu gölünde bulmuştu.
Ona ölünceye dek sadık kalacağına yemin etti.

* * *

Seyirciler ikinci perde için döndüklerinde Prens'i yeni bir baloda buldular. Hayallerinin aşkı, az sonra şeytanın kolunda çıkageldi. Lakin sevdiğine tıpatıp benzeyen bu kuğu, simsiyahtı.
Şeytanın oyununa geldiğini fark etmeyen Prens, siyah kuğuyu müstakbel eşi olarak ilan etti. O anda tören salonu karardı ve Prens'in gerçek kuğusu bembeyaz bir ışık demeti halinde sahneye aktı.
Prens o zaman anladı şeytanın, daha doğrusu kaderinin eline düştüğünü...
Sadakat yeminini çiğnemişti bir kere... Alelacele kuğusunun peşinden göle koştu; af diledi. Aşkı onu affetmeye hazırdı aslında, ama şeytan yeniden buluşmalarını engelledi. Kaderini yenme savaşında yorgun düşen Prens, kendini düşler gölünün kıyısındaki boş banklardan birine bıraktı.
Kuğu Gölü'nün - tıpkı hayat gibi - biri iyi, biri kötü iki finali olduğunu bilen seyirciler, o gece hangisinin oynayacağının merakıyla koltuklarında kımıldandılar.
Son sahnede narin gövdesiyle cansız yere serildi beyaz kuğu...
Gece, şeytanın olmuştu.

* * *

Bolşoy, seyircilerini kulaklarında Çaykovski nağmeleriyle uğurlayıp Moskova'nın kollarına bıraktı ve çıkanlar beyaz gecelerin ılık aydınlığına aktı.
Tarihi salonun dört bir yanı, "şeytani" Hollywood afişleri ile cola ve aşk satan Slav güzelleriyle kuşatılmıştı.
Yolun karşısında yüzünü Bolşoy'a dönmüş Karl Marx, kurulduğu kaidenin üzerinden olup biteni öfkeli gözlerle izliyor, heykelin önünde bir avuç ihtiyar komünist, elde kızıl bayrak, başta orak çekiçli kalpakla gösteri yapıyordu.
Eski bir hayale sadakat yemini etmiş ve o hayal için bir hayat vermişlerdi.
Bir süre Rusça sloganlar attıktan sonra durdular, yanlarında getirdikleri kır çiçeklerini af dilercesine Marx'ın sakalları dibine koydular ve yorgun vücutlarıyla kenardaki banklara oturdular.
Yaşlı bir kuğuyu toprağa verir gibiydiler.