Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları


Amerika'nın eski Ankara Büyükelçisi Mark Parris'in Türkiye gezisinde "Derviş yoksa para da yok" anlamına gelen bir mesaj verdiğini yazıyordu önceki gün Serpil Yılmaz...
Parris yalanlasa da bu Türkiye açısından utanç verici bir tablo... Üstelik Kemal Derviş'i de Amerikan yardımının paratoneri konumunda bir misyoner durumuna sokan talihsiz bir görüntü... Durum bana, bir süre önce Osmanlı'nın kuruluş sürecini araştırırken rastladığım ilginç bir makaleyi anımsattı.

* * *

Misyoner dervişler
Prof. Dr. Ömer Lütfi Barkan'ın, 1942 yılında Vakıflar Dergisi'nde yayımlanan makalesi (Cilt II, ss. 279 - 386) "İstila Devirlerinin Kolonizatör Türk Dervişleri" başlığını taşıyor.
Barkan bu başlık altında Selçuk - Bizans sınırlarında yaşayan küçük bir uç beyliğinin nasıl olup da kısa zamanda tarihin seyrini asırlarca değiştirecek bir imparatorluk haline geldiğini araştırıyor.
Araştırmaya göre Osmanlı'nın kuruluş devirlerinde Anadolu'ya akınlar halinde göçen kabilelerin öncü birlikleri "misyoner dervişler"di. (Malum; "kemale" ermek için zahmet çeken ulu kişilere "derviş" deniyor. Barkan onları "İslam şövalyeleri" diye adlandırıyor).
Bu dervişler, sınır boylarındaki tenha topraklara bir nevi "Türk manastırları" denilebilecek zaviyeler kurmuşlardı. Ordudan önce o topraklara yerleşen dervişler, her biri bir kültür merkezi gibi çalışan bu zaviyelerde yerel ahaliyi sosyal telkin ile "manen fethediyor" ve arkadan gelen büyük yeniliklere hazırlıyorlardı.
Bu hazırlık, Osmanlı ordusunun bölgeyi fethini kolaylaştırıyordu. Ordu, sınıra vardığında yeni nizama boyun eğmeye hazır bir ahali buluyordu.
Osmanlı, başarıyla yürüttüğü bu işgal taktiği sayesinde Rum ilini İslamlaştırabildi.
Küçücük bir uç beyliği, garba doğru akın eden türlü çeşit muhaciri "zamanın Amerikası" sayılabilecek bir kucaklayıcılık içinde kaynaştırıp, bir imparatorluğa dönüşebildiyse bu, büyük ölçüde misyoner dervişlerin oynadığı siyasi rol sayesinde oldu.

* * *

Barkan, "Türk dünyasının her tarafında şubeleri olan bu tarikatların komünist hücreler ya da farmason teşkilatı gibi örgütlendiklerini" yazıyor.
Dervişleri ise "Mali kudret ve siyasi nüfuz sahibi, delişmen tabiatlı, müteşebbis insanlar" olarak tanımlıyor.
"İslam şövalyeleri", gittikleri yere, yetiştikleri memleketin örf ve adetini de götürerek "istilanın öncü gücü" rolü oynamış ve yeni bir nizamın kapısını açmışlardı.
Padişah, açılan bu kapıdan ordularını soktuktan sonra ilk iş olarak dervişe konuk olur ve ona hizmeti karşılığı kılıcını verirdi. Derviş, o köy ve kasabaların kendisine ait olduğunu o kılıçla kanıtlardı.
Barkan'a göre bu "istilaya yardım karşılığı nüfuz vaadi", "bey ile derviş arasında hakiki bir siyasi anlaşma" görüntüsü arz ediyordu.

* * *

Aradan yüzyıllar geçti.
Anadolu halkının "garba yürüyüş"ü sürüyor.
Bu "uzun yürüyüş"te toplumu yeni nizama hazırlamak da yeni çağın müteşebbis "derviş"lerine düşüyor.
Lakin "Derviş yoksa para da yok" türünden imalar "hakiki bir siyasi anlaşma" görüntüsü veriyor.
Ve ne yazık ki, onlar öyle konuştukça Dervişimizin kılıcı üzerinde başka bir beyliğin damgası parıldıyor.