Aslında kendisini tanır gibiyiz. Uzaktan... Arada çıkagelir. “Arada” dediğim, kendince gerekli gördüğü zamanlarda... Genellikle sular durulmaya, silahlar susmaya başladığında...
Bazen belinde bomba, bazen elinde roketatarla...
Çarşafla, cübbeyle veya poşuyla...
Meclis’te, otobüste, kampüste, cemevinde ya da dağ başında...
Bir çöp bidonuna bıraktığı ses bombasıyla ya da bir devriye pususuyla...
İmzasını kanla atar.
Kurbanlar, cinayet mahalline celladının adını kanıyla yazar:
“Provokatör!”
* * *
Kaç para maaş alır bilmeyiz...
Kimden maaş alır; tahmin etsek de söyleyemeyiz.
Ama işi, hayli kolay gibi görünüyor.
Dökülmüş onca kanın ardından zar zor sağlanmış bir ateşkes kararını, insanlara “çok şükür” dedirten birkaç günlük huzur ortamını ya da asırların kardeşlik yeminini bozması birkaç dakikalık iştir.
En hararetli cenazede kışkırtıcı bir pankart açar.
Öfke dolu bir yürüyüşte ajitatif bir slogan atar.
Barışçı giden 1 Mayıs’ı kana bular.
En çok ses getirecekleri, en sevilenleri kurban seçer.
Birkaç kurşun, birkaç kurbanla barışı sabote ederken darbelerin yolunu döşer.
* * *
Bir süredir unutturmuştu kendini...
Son birkaç gündür yine manşetlere yerleşti.
Öyle popüler ki, artık kim ne yapsa ondan biliniyor, üstlenilen eylemler bile ona malediliyor.
“Süperman” gibi, kimliği bilinmese de “Onun işi” dendi mi, akan sular duruyor.
Herkes, “Tahmin etmiştim zaten” bakışıyla başını sallayıp “Hımmm” yapıyor, niyetini çözmeye çalışıyor.
Bazıları “Ne kadar kışkırtıcı” diye iç çekip hayranlık besliyor.
Bazıları temsili resimlerini çiziyor.
Bakıyoruz.
Bir yerden tanıyacak gibiyiz, ama emin olamıyoruz.
“Provokatör işte” deyip geçiyoruz.
* * *
Kaç zamandır istihdam edildiğini bilmiyoruz.
Ama ülkemizle yaşıt olduğunu tahmin etmek zor değil.
1940’larda Edirne sınırında Sabahattin Ali’nin celladıydı.
1950’lerde Selanik’te Atatürk’ün evinin bombacısı...
1960’larda üniversitelerin kışkırtıcısı...
1970’lerde 1 Mayıs’ın tetikçisi...
1980’lerde, 90’larda, 2000’lerde faili meçhul cinayetlerin faili...
İzini sürenler oldu, izini bulanlar oldu; onu tanıyanlar, onunla çatışanlar, onu yargılayanlar çıktı.
Yine de şöyle dört başı mamur bir kimlik tespiti yapılamadı.
O yüzden de kod adı, kendisinden çok tanındı.
Zihnimizdeki kaydı hep, “Provokatör” olarak kaldı.
* * *
Galiba onu pasifize edebilmek için önce her eylemi onun üzerine yıkma huyundan vazgeçmek gerekiyor.
Çünkü bu yolla o, ününe ün eklerken ona maledilen her olay onun yarattığı muğlaklık perdesi ardına gizleniyor.
“Karanlık eller” diye diye, gözümüzün önündeki elleri kararttık.
Açılıma, provokatörümüzün örtüsünü açarak başlayalım.
Onunla tanışalım.
Ve girdiğimiz karanlığı, Goethe’nin son sözlerindeki talebiyle karşılayalım:
“Işık... biraz daha ışık...”
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025