Köşe yazarı değil, romancı olsam son 2 haftada olup biteni bambaşka boyutlarıyla yazmak isterdim.
En çok Baykal’ın yalnızlaşmasını kâğıda dökmeye çalışırdım dilim döndüğünce...
“Devrik Kral”ın penceresinden bakardım sokağa...
Dev kalabalıkların kuşatmasından, bir gecede terk edilmişliğin tenhasına geçmenin onun ruhunda yarattığı hezimeti işlerdim.
“Sakın bizi bırakma” diye kapısında ağlaşanların bir gün içinde “Bırak artık bizi” isyanına geçmelerini, batmaktan olan gemiden, kalkmakta olan gemiye atlamak için birbirlerini ezmelerini nasıl bir iç çekişle ve hangi ibret hissiyle izlediğini anlamaya çalışırdım.
Uzunca bir dönem kendisinin de nasiplendiği iktidarın çekim gücünün nasıl kitleleri ışığa koşan kelebeklere dönüştürdüğünü ondan dinler, aniden ışıksız ve kelebeksiz kalıvermenin trajedisini gözlerinde gözlerdim.
“Kral öldü” taziyesiyle “Yaşasın yeni kral” tezahüratının böyle peş peşe duyulmasının Devrik Kral’da yarattığı depresyonu en iyi o tarif edebilirdi.
Terk edilmişlere özgü bir ricat hissi mi?
İntikam hırsını kamçılayan bir öfke seli mi?
Yoksa küsüp köşeye çekilme bezginliği mi?
* * *
Sonra Sezar-Brütüs ikilisinin Baykal-Sav ilişkisine misal gösterilmesini deşerdim biraz...
“İkinci Adamlar”ın aslında Birinci’lerin izdüşümü olduğundan, ikisinin birbirini yaratıp yok ettiğinden söz ederdim.
İkinci Adam’ın, her daim Birinci’nin gölgesinde kalmasının, bütün sırlarına vakıf olmasının, her zaferde imzası bulunmasına rağmen adının hiç anılmamasının onun ruhunda büyüttüğü hırs ve hıncı yazardım.
Bu hırsın zamanla onu, en yakın dostu olduğu Birinci’nin en amansız rakibine dönüştürmesini, itimat ve itaatle başlayan ilişkinin, iftira ve ihanetle sona ermesini anlatmak isterdim.
“Onu ben var ettim, onsuz da idare ederim” diyerek en yakınını tasfiyeye hazırlanan Birinci Adam’a İkinci’nin “Sana tacını ben giydirdim; istediğim zaman alır, başkasının başına takarım” diye meydan okuması, “Krallığa değişim lazımsa onu da biz getiririz” diyerek yepyeni bir “Birinci”yle ortaya çıkması, nasıl destansı bir roman olurdu kim bilir...
* * *
Tamamen bir erkek oyunu sanılan siyasetin nasıl aslında gizliden gizliye kadınlar tarafından yönetildiğini betimlemek isterdim bir de...
Gece 5 dakika süren bir yastık sohbetinin, gündüz saatler süren kurul toplantısından daha etkili olduğunu göstermek, ülkenin hakiki karar mekanizmalarına dair kuşkular yaratır mıydı acaba?
Darbelerin tankla topla deviremediği liderleri, kadınların alımla cilveyle devirebilmesi, asli güç dengelerini göstermesi açısından ibretlik sayılmaz mıydı?
Kadınların iktidar tutkusunu, iktidardakilerin kadın tutkusuyla iç içe anlatmayı denerdim bir de...
Bu tutkunun her ikisini de nasıl içten içe kemirdiğini, onları öldürürken iktidarı ölümsüzleştirdiğini sergilemeye çalışırdım.
Aradan iktidar çekilince bağların çözülüşünü yansıtmak, “iktidarsızlık” acısını bir de böyle anlatmak isterdim.
Köşeler yetmiyor şu yaşananları anlatmaya...
Roman açılımı lazım...
Özay Şendir
‘Diyalektik bir şey’ olarak Lozan tartışması...
16 Mayıs 2025
Abbas Güçlü
Sosyolojik hatalar!
16 Mayıs 2025
Zafer Şahin
Sanatçılar ‘Terörsüz Türkiye’ istemiyor mu?
16 Mayıs 2025
Abdullah Karakuş
Krizler, görüşmeler ve sonuçları
16 Mayıs 2025
Güldener Sonumut
İttifak’ta görüş ayrılığı çıkmadı
16 Mayıs 2025