Can Dündar

Can Dündar

candundarada@gmail.com

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Bir arkadaşım demişti ki: “Yahudiler, Nazi kamplarında yaşadıklarını bütün boyutlarıyla ancak 30 yıl sonra anlatabildiler.”
Anlaşılan resmi arşivler gibi, halkların belleği de belli bir süre nadasa yatırıyor kendini...
Bastırıyor bildiklerini...
Zamanla iklim değişiyor, tarla, tohum değişiyor ve en derinde kök salmış anılar, birer ikişer yüzeye çıkmaya başlıyor.
* * *
Korkmalı mıyız?
Hayır!
Bastırılmış kinler, içten içe büyütülen nefretler, gecikmiş hesaplaşmalardan daha tehlikelidir.
Dersim, hatırlanmak için 70 sene bekledi.
Demek sadece toplumdan topluma değil, yaşananın şiddetine göre de değişiyor; hatırlama eşiği...
Bir evlat, ölen annesinin odasına ne kadar sonra girebilir; kaç zaman sonra eşyalarına dokunabilir?
Bu süre, kayıptan yaşadığı travmanın şiddetine bağlı...
Şimdi biz de o travmayı aşma, mazimizle hesaplaşma noktasındayız.
* * *
Yavuz Semerci’nin “Gazeteport”ta yazdığı “Dersim hikâyesi” gerçekten sarsıcıydı.
Okumayanlar için -yazdığı istikametin tersine- sondan başa doğru özetleyeyim:
Babası Ahmet’in yolunu okul çıkışında çelimsiz biri kesmiş:
“Ben senin abinim. Ana baba bildiklerin, üvey... Sen Dersimlisin. Gerçek ana babamızı öldürdüler. Bizi sürgüne gönderdiler. Ben kaçtım, seni evlat edindiler” demiş.
Ahmet, dudağındaki yara izinin nedenini o zaman anlamış.
Evden kaçıp doğduğu topraklara, kendini bulmaya gitmiş.
Gerçek öyküyü orada dinlemiş:
İsyan sırasında Tunceli’deki köylerinde bir konağın odasına tıkıştırılan 100 kadın ve çocuğun üzerine kurşun yağdırıldığını...
O faciadan kurtulan 3 kişiden birisinin kendisi olduğunu...
6 yaşında iken bir asker tarafından evlat edinildiğini...
Kürt olduğu halde Türk gibi, Alevi olduğu halde Sünni gibi büyütüldüğünü öğrenmiş.
“Sünni-Türk çocuk ile Alevi-Kürt abisi” Türkiye için ne sembolik bir tablo değil mi?
* * *
Devamı daha da ilginç:
Doğduğu topraklarda bir süre yaşadıktan sonra, büyütüldüğü eve bu kez gönüllü dönmüş Ahmet...
Mazi dosyasını kapatmış, bir daha da açmamış.
Askeri okula girmiş, bir Çerkez kızıyla evlenip 4 erkek evlat yetiştirmiş. Hepsine özbeöz Türk isimleri vermiş:
Timur... Taner... Levent... Yavuz...
* * *
Yavuz Semerci bu anıları ilk kez yazdı geçen hafta...
Kardeşi Levent’in çektiği “Nefes” filmi ise hem kışlalarda hem AKP kampında beğenilerek bir ortak payda yakaladı.
Yavuz Semerci Vatan’da İclal Aydın’a şöyle soruyordu:
“Ne yapalım şimdi? Üzerinde kurşun izleri duran konağı görmeyelim mi? Yaşayanların anlattıklarını duymayalım mı? Gözlerimizi mi kapayalım?”
Cevap, ertesi gün İclal’in köşesindeydi:
“Çocuklarını korumak için susmuş tüm anne babaların geçmiş zaman bavullarını, torunlar açacak en sonunda...”
* * *
Türkiye adlı bu konağın, yıllarca girmeye çekindiğimiz tavan arasına ürkek adımlarla çıkıyoruz bugünlerde...
Nicedir kapalı duran sandık odasının kilidini açıyor, hep “Dokunma sakın” diye korkutulduğumuz tozlu sandıkların kapağını kaldırıyoruz cesaretle...
Bulduklarımız, bize bizi öğretiyor yeniden...
Çıkan cinleri yeniden şişeye tıkmak mümkün değil.
Yeter ki eski kinleri vicdanın merhemiyle sarmalayıp maziye gömmeyi başarabilelim.