Alacakaranlık kuşağının içinde siyasetle yatıp siyasetle kalkarken, filler tepişip biz çimenler ezilirken ne çok özlemişiz güzel haberleri, gerçekleşen düşleri!
Hasretinden prangalar eskitmişiz umudun resmen, kırıntısı dahi düşürdü yollara bizi!
Küçük bir çocuğun, hayata dönüşüydü bizi mutlu eden!
Oğlu Ali Asaf'ın kanseri yendiğini sosyal medyadan duyuran babası, “Bizim fazla çevremiz yok, oğlum balon uçurmak istiyor. Gelir misiniz?” paylaşımında bulunmuştu. Bu harika davete icabet hayli kalabalık oldu, yüzlerce kişi ellerinde balonları Ali Asaf ile buluştu. Ve o kötü hastalık, rengarenk balonlarla birlikte gökyüzünde kayboldu!
Ali Asaf, 8 aylıkken yakalandığı lösemiyi, 3 yaşına geldiğinde yendi! O zorlu süreçte babası ona hep balonlar almış, tedavi bitince herkesle birlikte bu balonları hastalıkla birlikte havaya uçuracaklarına dair söz vermişti. Kalabalık bir aile değillerdi, Ali Asaf’ın hayal ettiği o kalabalığı sağlayacak tanıdık sayıları da yeterli değildi. Baba da sosyal medyadan duyurarak şansını denedi, ne kaybedecekti ki, umut her yerde değil mi!
Çağrıyı gören duyan yüzlerce kişi, Sancaktepe Meydanı’na akın etti Pazar günü! Her yerden her kesimden kadın-erkek, genç-yaşlı, çoluk çocuk ellerinde balonlarla koştular meydana! Ne bir festival vardı ne de bayram, sadece küçücük bir dileğin, bir babanın nasırlı parmaklarıyla yazılan bir mesajla iyilik şölenine dönüşüydü yaşanan! ‘İnsanlık ölmüş’, ‘Değerlerini kaybetmiş bu toplum’, ‘Vicdan kalmamış kimsede’ diye hayıflanırken muhtaç olduğumuz kudret damarlarımızda mevcutmuş hakikaten!
Ailene, sevdiklerine yardım etmek, destek olmak güzel olduğu kadar da şart. Ama hiç tanımadığın birine iyilik yapmak, bir babanın hayaline kahraman olmak işte o sanat!
Balon denince kıpır kıpır olur benim! En mutlu olduğum anlarda, bir görüntü belirir gözlerimin önünde; Elinde kırmızı balonlarla çimenlerde yalınayak koşan küçük bir kız çocuğu olurum birdenbire. Sığmaz içim içime, kah ayaklarım kah balonlar uçurur beni neşeyle!
Renkli, hafif olduğundan mı nedir, mutluluğu balona benzetirim hep! Sımsıkı tutmazsan kayar avuçlarından uçar gider. Dikkat etmezsen ya takılır bir yere patlar ya da biri patlatır.
Bir seminere katılmıştım yıllar önce. Çok kalabalıktı, 200-300 kişi vardı en az! Mutluluk üzerine konuşan konuşmacı birden durdu ve hepimize bir balon vererek üzerine isimlerimizi yazmamızı söyledi. Bütün balonlar bir odada toplandı. Sonrasında bizler de odaya alındık ve 5 dakika içinde üzerine isimlerimizi yazdığımız balonu bulmamız söylendi. Hepimiz deli gibi koşturarak adımızın yazılı olduğu balonu aramaya başladık. Birbirimizi ittirdik, çarpıştık, düştük- düşürüldük. Tamamen bir kaos ortamı oluştu, 5 dakikanın sonunda da kimse kendi balonunu bulamadı. Ne saçma şeyler yapıyoruz diye düşünürken konuşmacı bu sefer de herkesin rastgele bir balon almasını ve üzerinde adı yazan kişiye o balonu vermesini söyledi. Birkaç dakika içinde herkes kendi balonuna kavuşmuştu. Konuşmacı; "
-‘İşte’ dedi, ‘Yaşamımızda da bunu görüyoruz. Herkes deli gibi mutluluğu arıyor ve nerede olduğunu bilmiyor. Aslında bizim mutluluğumuz, başkalarının mutluluğunda gizli! Başkasına mutluluk verirseniz, sizinki de size gelir! Mutluluğun sırrı da budur!
Son zamanlarda ülkedeki en güzel organizasyon buydu bence!
Bakmayın, biz birbirimizi yeriz, kızar- küser, döver- söveriz ama kenetlenmeyi de iyi biliriz!
Tüm balonlar, Ali Asaf ve minik savaşçılar için uçsun!
Sağlıklı, mutlu, upuzun ömürleri olsun!
………………*……………
VİCKS
Enteresan bir hafta oldu benim için çünkü tesadüfen babaların çocuklarını mutlu etme çabaları, bu haftaki yazıma dümdirekt girdi, ben de şaşkınım, kelimelerim de…
Baharın son haftasında, son düzlüğe girmişken hava da bir sıcak bir soğukken grip ve saz arkadaşları da son ziyaretlerini yaptılar ve birçok kişiyi yatağa düşürdüler. Gribe iyi kötü alışığız da saz arkadaşları olan nezle, zatüree ve bilumum virüs- bakteri, her sene yeniledikleri için kendilerini, ilaçlar da fayda etmiyor eskisi gibi! Doğal yöntemler, kökler, bitkiler, kremler baş tacımız, her daim emektarımız!
Ballı zencefil, tarçınlı papatya çayı bir de mentol; Grip- nezle defol!
Bu aşina hastalıklara karşı küçük silahımız, evimizden ayırmadığımız şişenin hikayesi, kalbimi acıttı benim!
1800’lerin sonları! Kuzey Carolina’da bir gece! Küçük bir çocuk gözyaşları içinde babasına baktı ve fısıldadı, ‘Baba! Göğsüm çok ağrıyor…’
Durmaksızın öksürüyordu çocuk, hiçbir şurup iyileştirmiyor, hiçbir ilaç ağrısına iyi gelmiyordu. Lunsford Richardson eczacıydı ama çocuğuna deva bulamayan, çaresiz bir babaydı. Ne yapacağını, canı yanan oğluna nasıl yardım edeceğini bilmiyordu. Küçücük bir odadan ibaret laboratuvarına kapanıp elinde ne varsa günlerce, haftalarca karıştırdı; kafur, mentol, okaliptüs…
Bir nefes arıyordu aslında, bir parça rahatlama!
Ve sonunda bir merhem yarattı; göğse sürülen, derin nefes aldıran, uykuya hazırlayan huzurlu bir balsam!
Başta kimse ciddiye almadı onu, kapı kapı dolaştı, alaylara maruz kaldı. Ama 1918’de, grip salgını dünyayı kasıp kavururken bu formül bir umut ışığı oldu artık şişeler yetmiyordu. Acıya gebe bir çaresizlikten doğan bu ilaç, binlerce hayatı iyileştirmeye başladı. İşte dünya Vicks kremiyle böyle tanıştı. Ama en yürek burkan da şey de, Lunsford’un çocuğunun, bu formül bulunmadan önce hayatını kaybetmesiydi! Binlerce hatta milyonlarca kişiye deva olan merhemle oğlunu iyileştiremedi.
Vicks’ in o tanıdı, kesif, keskin kokusunu çoğu kez bir annenin şefkatiyle bağdaştırıyoruz. Oysa o koku, vazgeçmeyen bir babanın, sevgisinin sessiz yankısı!
Dikkat ettiniz mi, büyük zaferler derin acıların ardından geliyor genellikle- buluşlar da öyle! Hele ki tıptaki en büyük buluşlar, ansızın ortaya çıkan hikayelerin ve duygularının karışımından doğmuş. Çok sayıda buluşun, defalarca kez başarısızlığa uğranılsa bile inatla çalışmaların sürdürülmesinden kaynaklandığını öğrenmek sizi şaşırtmaz eminim. Peki bir sürü buluşun da sadece şans eseri ya da Tanrı’nın mucizesi sayesinde ortaya çıkması? Örneğin Alexander Fleming’in penisilini bulmasına yol açan “tesadüfler” kimi ateistlerin inançlarını yeniden sorgulamalarına neden olmuştur derim.
Allah kimseyi, yokluk ve de umutsuzlukla sınamasın! Öyleyken her şeyi yapar insan, devrim de yapar, icat da çıkarır bazısı!
Çünkü ihtiyaç, her icadın anasıdır, çaresizlik de babası!
…………………………………………*………………………………..
KAYNAMIŞ UYLUK KEMİĞİ
Ya buram buram iyilik ve çaresizlik kokan bu haftaki yazımda, icattan bahsederken bizim öyle dünyaca ünlü bir icadımızın olmayışı üzdü beni! Gerçi ne zaman yeni bir şeyler denemeye kalksak, ‘otur oturduğun yerde, icat çıkarma durdur yerde!’ cümlesiyle büyümüşüz bir nesiliz biz de, neyse!
Buluşlar, icatlar gelişmişliğin işareti! Toplumdaki ilerlemişliğin, medeniyetin ölçüsü!
Gerçi biz hala medeniyeti, otobüste yaşlıya yer vermek, büyüklerin yanında bacak bacak üstüne atmamak, şakkıdı şakkıdı sakız çiğnememek sanıyoruz, o ayrı! Daha hala sakızın, orucu bozup bozmayacağını tartışıyoruz, fikir birliğine varamıyoruz ama konu medeniyete gelince, burnumuzdan kıl aldırmıyoruz. Teorikte baya iyiyiz aslında da pratikte çuvallıyoruz.
Antropologları bilirsiniz hani araştırma yöntemleri bilen ve bunlardan etkin bir şekilde yararlanarak insanlığın kültürel tarihini yorumlayan kişileri! Hah işte yıllar önce bir öğrenci, antropolog Margaret Mead’e bir kültürdeki medeniyetin ilk işaretinin ne olduğunu soruyor. Cevabın da tekerlek, kâğıt, ateş falan olmasını bekliyor- ben de öyle beklerdim ama değilmiş. Hazır mısınız?
Bir medeniyetin en eski işareti, femur’muş yani kaynamış bir uyluk kemiği!
Kırılmış ama iyileşmiş bir kemik!
Şaşırdınız değil mi, ben şaşırdım valla! Sebebi de şuymuş:
‘Hayvanlar âleminde bir bacağınız kırıldığında ölürsünüz. Tehlikeden kaçamaz, su içmeye gidemez, avlanamazsınız. Yaralı bir hayvan, av olmaktan kaçamaz. Hiçbir hayvan, bacak kemiği iyileşecek kadar uzun süre de hayatta kalamaz. Oysa kırık bir uyluk kemiğinin iyileşmiş olması, birilerinin durup o yaralı kişiye yardım ettiğini, yarasını sardığını ve güvende olacağı bir yere taşıdığını gösterir. Ünlü antropolog Mead’ e göre; zorluk içindeki birine yardım etmek, medeniyetin başladığı andır!
Valla bir ülkenin medeniyet derecesi, kadınlarına ve çocuklarına ha bir de ağaçlarına verdiği değerle ölçülür diyeceğim de diyemiyorum. Dersem, yüzleşeceğim medeni olmadığımızla- kalben bilsem de yazmaya utanıyorum. O yüzden, ‘gerçek uygarlık, insanın yüreğindedir’ deyip çekiliyorum.
Ve son olarak;
Milletini muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkarmak isteyen ulu önder Atatürk!
‘Medeniyet dediğin tek dişi kalmış canavar’ diyen Mehmet Akif Ersoy!
Seçin tarafınızı!
…………………….*………………………
HAFTANIN EN’LERİ
Haftanın Kaybı: Acıttı yüreklerimizi! Uzun süredir tedavi gören 77 yaşındaki ünlü sanatçı İlhan Şeşen, hayatını kaybetti! Bir dönemin ilan-ı aşklarında, kavgalarında, ayrılıklarında sözü- bestesi olan Şeşen, alkışlarla, ‘ellerimizde çiçekler/kapısında sırılsıklam’ uğurlandı, son yolculuğuna! Kaçtı tadımız, kalbimiz acıdı, dediği gibi, ‘Neler oluyor bize/ Yine neler oluyor’ bize, anlamıyorum! Huzurla uyu, büyük usta!
Haftanın Sapıklığı: ‘Pes artık’ dedirtti! Denizli'nin Pamukkale ilçesinde sahibi olduğu apartman dairesini tek odalı apartlara çevirerek saatlik ve günlük kiraya verip, yatakları ve banyoları görecek şekilde üçlü prizlerin içine gizli kamera yerleştirdiği belirlenen 48 yaşındaki Murat Filiz tutuklandı! Filiz, gizli kameraları internete bağlayarak yaşananları canlı olarak cep telefonundan izleyip, aynı zamanda da kaydediyormuş! Ya bu nasıl sapıklık nasıl hastalıklı bir ruh halidir bu, inanılır gibi değil! Hayır hapse atılsa da düzelmeyecek çünkü hasta! Atmasan, dolaşacak etrafta! Allah yardımcımız olsun valla!
Haftanın Gururu: Ülke olarak hepimizin! Fenerbahçe Beko Basketbol Takımı, THY Avrupa Ligi'nde 2024-2025 sezonunu şampiyonlukla tamamlayarak, Avrupa'nın en büyük kupasını kazandı! Birleşik Arap Emirlikleri'nin başkenti Abu Dabi'de gerçekleşen Final Four’da, önce Panathinaikos’u sonra da finalde Monaco'yu yenen sarı-lacivertliler, Avrupa şampiyonu oldu! Helal olsun diyorum ve ayakta alkışlıyorum!
Haftanın Umudu: Sağlık alanından geldi! İstanbul'da kurulan ve 13 ülkeden yaklaşık 100’den fazla bilim insanının çalıştığı AR-GE laboratuvarlarında geliştirilen 3 yerli ilaç için klinik çalışmalara başlandı! Alzheimer, prostat kanseri ve kas erimesi hastalıklarının tedavisi için geliştirilecek bu ilaçlar, dünyada ilk kez uygulanacak proseslere sahip! Valla beni çok heyecanlandırdı bu proje, başarılı olunursa, dünya tarihine geçeceğiz ülkece! Çok bekledik ve güzel şeyler yaşamak, artık hakkımız bence!
Haftanın Tehlikesi: Ebeveynleri korkuttu! Yeni Zelanda'da bir genç, sosyal medyada son zamanlarda oldukça popüler olan "çarpışma" oyununu oynarken kafasına aldığı ağır darbe sonucu yaşamını yitirdi! "Run It", oyuna katılanların, hiçbir koruyucu ekipman kullanmadan birbirlerine doğru koşup çarpıştıkları bir oyun! Birbirlerine pata küte girişip kafaların, burunların kırılmaması zaten pek mümkün değil, buna oyun diyenlerin de neyin peşinde olduklarını anlamak da! Bu saçmalıklara, yetkililer artık bir dur desin ya!