İzmir, enteresan bir şehir!
Ülkenin batıya dönük yüzü, güzel kızlarıyla ünlü!
Adı şehir, ruhu kasaba olan İzmir, cumhuriyetin kalesi, sanat dünyasından birçok anının da ev sahibi!
Misal Kent Pastanesi! Sütlü tatlılılarıyla meşhur bu pastane, zamanın en popüler yeri! Semtin gençleri burada buluşuyor, ilk date’ler burada oluyor. Hani büyükannelerimiz-dedelerimiz anlatırdı ya muhallebiciye giderdik buluşunca diye, işte burası tam da öyle bir yer işte!
O dönem İzmir’in en güzel, en işveli kızı, pastanenin üst katında oturuyor. Pastane sahibi Şopen Necdet lâkaplı ünlü piyanist Necdet Karar'ın tombul yeğeni bazen amcasına yardıma geliyor, servis yapıyor, boşları topluyor. Onun dibinden ayrılmayan, ortalıkta koşturan, ilkokula giden, küçük sevimli bir çocuk var, o da pastanenin üst katında oturuyor, kaçıp kaçıp aşağıya pastaneye iniyor. Pastaneye en çok gelenlerden biri de cüssesine hayli büyük gelen kocaman şapkaları, renkli kıyafetleriyle hayli dikkat çeken, ufak tefek bir genç kız
Böyle yazınca da paye vermiş gibi oldu adama!
Ölünün arkasından konuşulmaz biliyorum da içini yaktıysan bir kadının ve o ateş aradan geçen onlarca yıla rağmen sönmemişse hala, talan etmişse toplumun değerlerini, ahlaki dengesini bir değinmek icap eder mevzuya, günahı da benim boynuma!
Neşecan Göktürk! Tatlı mı tatlı, yetenekli mi yetenekli küçük bir kız!
5 yaşında "Karaböcek" piyesinde oynarken yeteneğini fark eden dönemin cumhurbaşkanı İsmet İnönü tarafından “Karaböcek" soyadı veriliyor kendisine!
"Orta Şark'ın Altın Bülbülü" unvanlı sanatçı, arabeskin de anası!
1968 yılında "Artık Sevmeyeceğim" adlı şarkısı ile büyük bir çıkış yapıyor Neşe Karaböcek! Sevmeme sözünü tutamıyor ama "Deli Gibi Sevdim" diyerek yükselişini sürdürüyor 1970 yılında!
Türk sanat
Haftanın anlam ve önemi belli!
Bu hafta, aydınlık yarınlarımıza, geleceğimiz çocuklarımıza armağan!
Lakin geliyor 23 Nisan! Neşe dolmaya çalışıyor ama bu şartlarda başaramıyor insan!
Gündem gri, ortalık kutlamalara pek de müsait değil sanki! Ya zaten çocuklar da eski çocuklar değil ki! Valla hepsi demeyeyim tamam da çoğunluğunda hep bir atar gider hali!
Yeni nesil çocuklar, hep bir şeylere karşı hep bir şeylere öfkeli!
Sorsan, ergenlermiş onlar- anlayışlı olmamız lazımmış! Biz de çocuk olduk, ergenlik de geçirdik- değil anlayış beklemek, ‘anlayışlı olun’ bile diyemedik!
Yaramazlık yapınca, gürültü patırtıyla büyüklerin sinirini zıplatınca; ‘Otur oturduğun yerde’ derdin ne! Kendine gel, ne yaptığının farkında mısın sen!’ diye ardarda sıralanan sorulara bile cevap veremezdik! Hasta olsak, ‘uyuyunca geçer’di. Midemiz bulanınca ekmek yedirirlerdi. Kâbus görsen, ‘Oyuncaklarını düşün, uyu!’ derlerdi. Öyle bir şeylere üzülmeye, depresyona girip hayata küsmeye de hakkımız yoktu. ‘Yediğin
Dünya dönüyor dönmesine de hani yörüngesinden çıkmış gibi!
Başı kesik tavuk gibi oradan oraya savruluyor, ne yaptığını bilmiyor sanki!
Tam da böyle diyor kiminle konuşsam, tuhaf bir ruh hali!
Bu düşüncelerle gelen postalara bakarken bir sergi davetiyesi ilişti gözüme, siyah renkli, dikkat çekici bir davetiye! Merakla açtım zarfı, “Karanlıkta Diyalog’! Hayli enteresandı!
Uzun zamandır varmış bu sergi, Hacıosman-Yenikapı (M2) metro hattı üzerinde bulunan Gayrettepe İstasyonu’nda misafirlerini ağırlıyormuş.
‘Aman gündem zaten yeterince karanlık, daha ne kadar karanlık olabilir, hem diyalog da varmış, bence denenebilir’ düşüncesiyle, gideceğim varsa göreceğim vardır dedim, gittim!
İyiki de gitmişim! İstanbul’un sembolik mekanlarını, 1 saat içinde 1 salonun içinde geziyorsunuz!
Ama görmeyerek sadece hissederek!
Senenin daha başında sayılırız ve o kadar çok kişiyi kaybettik ki!
Her hafta bir vefat haberi alıyoruz, hayat zaten yeterince acıtmıyormuş gibi her ölümle bir kez daha yıkılıyoruz!
Önce vefat haberi alıyoruz, sosyal medya paylaşımları esir alıyor kalbimizi ve sonrasında da cenaze töreni! Kocaman avluyu dolduran insanlar, musalla taşında son yolculuğunu bekleyen tabuttan sallanan anılar! Samimiyetle üzülenler ile boy göstermek amacıyla gelip bir-iki tanıdığı görüp giderim’ciler farklı duygularla veda ederken gidene, keşkeler ile pişmanlıklar kol kola girmiş, birbirini teselli etmekte! Yaşarken kıymetini bilmediğimiz, ‘nasılsa hep orada- istediğim anda ulaşırım illa’ dediğimiz, kırgın-kızgın hatta küs olduğumuz insanların ardından kılarken cenaze zamanı, belki de selâsı yüreğimizde çoktan okunmuşlar için bile ‘acaba’ kuşları, döner durur başımızın üstünde!
Bunun bir de hikayesi var, şöyle;
“Bir yılan tavuğu ısırıyor! Tavuk, vücudundaki zehir ile yanarak ve canı çok acıyarak kümesine sığınıyor. Ancak diğer tavuklar korkuyorlar ve
Hiç yazmak gelmiyor içimden hele bayram yazısı hiç!
Kocaman pardon upuzun bir Ramazan Bayramı geldi geçti ama bayram gibi gelmedi, bayram gibi de geçmedi! Bu sefer Merkür retrosu, güneş tutulması, galaksi kayması falan ile de açıklanacak gibi de değil durum...
“En büyük zenginlik sağlık’ metaforuyla girip “En büyük bayram, aileyle birlikte olmak” mottosuyla çıkmayı planlarken bambaşka bir yöne evrildi yazım! Adı bayram olan sabah, siyaha bulandı içimde! Kalbim kırıldı- içim acıdı. Kuzeyin oğlu Volkan Konak, aramızdan çok zamansız ayrıldı!
Üzülmenin tarifi olsaydı, bir ölümle ancak bu kadar anlatılırdı! Bir şarkıdan çok daha fazlasını dinlerdik çünkü onu dinlerken! Karadeniz’in hırçın dalgaları vururdu yüreğimize, asi ruhunda şerbetlenirdi tüm acılar, tatlı tatlı akardı gönlümüze!
“Sanatımı beğenmeyen insanla ahbaplık ederim ama Türkiye’mi ve yenilmez şövalyemiz Atatürk’ü sevmeyenle ahbaplık etmem!” diyecek kadar
Malum gündem yoğun, siyaset yangın yeri! Yolsuzluklar havada uçuşuyor, diplomalar oraya buraya saçılıyor!
Siyaset ayrı bir arena, uzmanı ayrı- erbabı başka! Onu erbaplarına bırakıyorum, yüzmüyorum o sularda!
Mübarek Ramazan ayını yarıladığımız şu günlerde, zihnim ne kadar geveze ise sözcüklerim o kadar suskun! İyilik& Hoşgörü zamanı dediğimiz ama duyduklarım, şahit olduklarım kafa karışık ziyadesiyle! Davul sesleriyle şenlenen sahur zamanlarıyla fırınlardan gelen pide kokularına tezat, derin bir ruhani çöküşün ayak izleri var, hayat denen yolda! Ve o ayak izlerini takip edince karşılaştığımız manzara, haksızlıkla hırsızlığın birleştiği nokta! “Nedir o nokta”nın cevabı da;
Yemelere doyulamayan Kul Hakkı!
Yaşamın her anında o kadar çok çıkıyor ki buna vesile olacak şey, mayın tarlasında yürüyormuş gibi hissettiriyor insana! Birini sırasını alıp öne geçmekten trafikte yol vermemeye, ayıplı mal satmaktan yalancı şahitliğe, hırsızlıktan gaspa kadar çok şey, göbekten giriyor kul hakkına!
Yıllar önce dedeme, ‘En büyük günah
Ay bu aralar adı ‘bayram’ olan ama kendileri tarafından kutlanmayan günler, nasıl üst üste geldi böyle!
Kadınların sürekli dövüldüğü, öldürüldüğü bir coğrafyada ‘Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarken
geçen hafta, şimdi de haklarını alamayan, hasta yakınları tarafından fiziki şiddete uğrayan, yaralanan hatta daha ileri boyutunu yaşayan doktorların gününü- Tıp Bayramını