Hastalık durumunda çalışanların işe gitmesi zorlaşıyor. Pandemiden de hatırlanacağı üzere bazı hastalıkların iyileşme süreci uzun sürebiliyor. Bulaşıcı hastalıklarda çalışanın çalışma arkadaşlarını riske sokmaması da önemli. İyileşme süreci için evde istirahat gerekiyor. Bu durumda hastalanan çalışanın devamsızlığının nedenini kanıtlaması gerekiyor. Bunun da yolu, sağlık raporu almak. Çalışanın, raporu işverenine verememesi halinde, devamsızlık mazeretsiz olarak kabul ediliyor. Zaman zaman işverenler tarafından dile getirilen sıkıntılardan biri de çalışanların sık sık rapor alması. Bu durum, çalışma düzeni açısından sorunlara yol açabiliyor. Ancak raporlu olduğu dönemde çalışanın işyerinde çalışmaya devam etmesi de idari para cezasına konu olan bir durum.
Rapor parası nedir?
Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) tarafından hastalık sigortası kapsamında sigortalılara raporlu olduğu günler için geçici iş göremezlik ödeneği ödeniyor. Hastalanan ve bunu istirahat raporu ile belgeleyen sigortalılara istirahatlı oldukları günler
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Türkiye Metal Sanayicileri Sendikası’nın (MESS) işbirliği ile hazırlanan, Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi’nin (BÜYEM) akademik katkı sunduğu Eğitim ve İstihdam Programı’nın tanıtımı geçen hafta gerçekleştirildi.
Programın amacı üniversitelerin fen, teknoloji, mühendislik ve matematik bölümlerinden mezun olmuş ya da üniversite son sınıfta olan ve mezun olacak gençlere, bilişim ve yazılım konularında Türkiye ve dünyadan önde gelen kurumlarla yapılan iş birlikleri ve MEXT uzmanlığı ile ücretsiz eğitim programı sunmak, mezun olan gençlere, MESS üyelerinde ve Türkiye’nin önde gelen şirketlerinde uzun dönemli staj ve çalışma imkânı sunmak.
Yeni çağın yetkinliği
MESS Yönetim Kurulu Başkanı Özgür Burak Akkol toplantıda yaptığı konuşmada gençlere daha kariyerlerinin en başında yeni çağın yetkinliklerini kazandırmayı, onların gelişimine katkı sağlamayı, iş gücümüzü, ekonomimizin dinamosu olan sanayimizin ihtiyacı olan
Engelli bireylerin istihdam vasıtasıyla sosyal entegrasyonlarını sağlamak şart. Engelliler diğer sigortalılardan farklı olarak yaş şartına tabi olmaksızın emekli olabilir. Engellilerin emekliliğinde kritik nokta engellilik oranlarıdır. Buna göre emeklilik koşulları farklılık gösterir. Ayrıca engellilik oranının tespiti için alınan raporun alındığı tarihin bir önemi yoktur. Önemli olan engellinin ilk kez sigortalı olduğu tarihtir.
İşverene bağlı çalışanlar
Engellilerden bir işverene bağlı olarak çalışanlar, yani 4/a’lılar, engellilik oranı ve ilk kez sigortalı oldukları tarihe göre emeklilikte farklı koşullara tabidir. İlk kez 1 Ekim 2008 ve sonrasında sigortalı olan engelliler, SGK sevki ve sağlık raporları uyarınca çalışma gücündeki kayıp oranına göre emekli olurlar. Buna göre; sağlık kurulu raporuna göre çalışma gücü kaybı; % 50 ila %59 arasında olan sigortalılar 16 yıllık sigortalılık süresi ve en az 3.700 gün,% 40 ila %49 arasında olanlar ise 18 yıllık sigortalılık süresi ve en az 4.100 gün şartlarını yerine getirdiklerinde emekli olabilir.
1 Ekim 2008-1 Ocak
Bugün gelişmiş dünyanın en önemli sorunlarından biri çocuk işçiliği. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) verilerine göre, küresel düzeyde çocuk işçiliğinden etkilenen yaklaşık 160 milyon çocuk var. Ne yazık ki, Kovid-19 salgını, bu durumu daha da kötüleştirdi ve çok daha fazla sayıda çocuğun risk altına girmesine neden oldu.
Çocuk işçiliği, çocukları çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan, potansiyellerini ve saygınlıklarını eksilten, fiziksel ve zihinsel gelişimleri açısından zararlı işler olarak tanımlanabilir. Çocuk işçiliği esas olarak çocuklar için zihinsel, fiziksel, toplumsal ya da ahlaki açılardan tehlikeli ve zararlı işler, okula düzenli devam etmelerini ve eğitimlerini engelleyerek okullarından erken ayrılmalarına yol açacak işleri ve çocukları okullarıyla aşırı uzun süren ve ağır işleri beraber yürütmek zorunda bırakan işleri kapsıyor.
ILO’nun çağrısı...
ILO’nun, asırlık tarihi boyunca mücadele alanlarından biri de çocuk
İşçiler kural olarak işveren yönetimi altında faaliyet gösterdiğinden, iş sırasında doğan zararlardan sorumlulukları sınırlıdır. Gelin bu tartışmalı konuyu inceleyelim.
İşçilerin işini yaparken veya işyerinde bulunduğu sırada elinin altında bulunan teçhizata zarar vermesi, işverenin maliyetlerini artıracak davranışlarda bulunması ihtimal dahilindedir. Böyle bir durumun ortaya çıkması halinde işverenin bu bedelleri işçiden isteyip isteyemeyeceği, isterse nasıl geri alacağı geçmişten günümüze tartışma konusu olmuştur.
Özellikle işin görülmesi sırasında ortaya çıkan zararlardan kimin sorumlu olacağı bu sorunların başında gelmektedir. Çalışanlar çalıştıkları işi yaparken işverenin sağladığı makineleri kullanmakta, onun sağladığı ham maddeyi işlemekte, onun sağladığı araçla işleri yapmakta ya da onun sağladığı bir telefonla iletişim kurmaktadır. Bütün yapılan faaliyetler zarar riski doğurmakta, bu zarardan kimin sorumlu olacağı gündeme gelmektedir.
Kusur olması şart
İşçiler kural olarak işverenlerinin yönetimleri altında faaliyet
Dünya Bankası raporuna göre salgında, çok çocuklu hanelerin, çocuğu olmayan hanelere göre yaşadığı gelir kaybı daha yüksek. Çok çocuklu hanelerin yüzde 76’sı, çocuksuz hanelerin ise yüzde 55’i gelir kaybı yaşadığını bildiriyor.
Daha önce de pek çok kez kaleme aldığım üzere, yakın zamanda maske yasağının da büyük ölçüde kaldırılmasıyla geride bıraktığımızı söyleyebileceğimiz küresel salgın çok sayıda sosyo-ekonomik etkiyi ortaya çıkardı. Her ne kadar salgın geride kalmış olsa da bu etkilerin önemli bir bölümü devam ediyor. Dünya Bankası (WB) tarafından yayınlanan “Kovid-19 Salgınının Çocuklu Hanelerin Refahına Etkisi” başlıklı güncel çalışmada söz konusu etkilerden biri olan hane üzerindeki refah etkisi çocuklu olup olmama ve çocuk sayısı değişkenleri çerçevesinde araştırılmış. Araştırmanın içerdiği analizde, 35 gelişmekte olan ülkede salgının üç tür hane üzerindeki sosyoekonomik etkilerine odaklanıldığı
Türkiye’de 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası 2012 yılında yürürlüğe girdi. Yasayla birlikte önemli bir boşluk giderildi. Ancak güvenlik ve sağlık alanında daha bilinçli bir anlayışa ihtiyacımız var.
Türkiye’de müstakil bir İş Sağlığı ve Güvenliği yasasının yürürlüğe girmesinin üzerinden on yıl geçti. 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası 2012 yılında yürürlüğe girdi. Bu yasayla önemli bir boşluk giderilmiş oldu. Ancak iş kazaları hiçbir zaman hız kesmedi. Bu durum aslında konunun sadece hukuktan ibaret olmadığını, güvenlik ve sağlık alanında daha bilinçli bir anlayışa ihtiyacımız olduğunu açıkça ortaya koydu.
Geçtiğimiz hafta, 28 Nisan’da Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Günü kutlandı. Uluslararası Çalışma Teşkilatı’nın belirlediği bu tarihte, 2003 yılından bu yana, iş sağlığı ve güvenliği konusu bir günlüğüne bile olsa dünyanın her yerinde masaya yatırılıyor. Bizde de bir takım etkinlikler yapıldı. Uluslararası Çalışma Teşkilatı bu yılın
Geçerli fesih nedeni olmadan işten çıkarılan bir çalışan için mahkemeden ‘işe iade kararı’ çıkabilir. Buna rağmen işveren mahkemenin belirlediği tazminatı ve ek hakları ödeyerek çalışanın iş sözleşmesini sonlandırabilir.
İş güvencesine sahip işçilerin iş sözleşmesinin sona ermesi, ancak işverenin geçerli bir fesih nedeni bulunması halinde mümkündür. Kanun koyucu iş güvencesi sistemini kabul ederek, işçilerin geçerli fesih nedenleri bulunması halinde işten çıkarılabilmesini, geçerli fesih nedenleri bulunmadan yapılan çıkışlar da ise işe iade edilmesini düzenlemiştir. Ne var ki ‘işe iade kararı’ mutlak anlamda bir işe iade olmayıp işveren işe başlatmak istemezse mahkemenin belirlediği tazminatı ve diğer ek hakları ödeyerek iş sözleşmesini yine de sonlandırabilmektedir. Yargıtay mahkemenin bu tazminatı belirlerken işçinin kıdemine göre alt ve üst sınırlar arasında hareket etmesine karar verdi.
Çalışılmayan süre
Kanunda değişiklik yapılmadan önce boşta geçen süre ve işe