140 KARAKTERLE SINIRLI BOMBALAR

16 Ağustos 2010

Twitter iyi okunduğunda garip bir sosyal veri deposu gibi. Kendini gösterme gayretinin, düşüncenin veya duygunun önüne geçtiği zaman ortaya çıkan twitler var mesela. 140 karakterle sınırlı bombacıklar atmaya çalışıyoruz


Çağın en garip hallerinden biri duygusallığın ardına saklanan gerçek ‘duygu’lar. Bolca duygu dolu lafın, ‘şiirimsi’nin ortada gezindiği bir dönem yaşıyoruz. Slogan düzeyinde aşkla ilgili aforizmalar, yurt sevgisi ile ilgili abuklamalar. Rollo May çağın bireylerini güzel tanımlıyor: “Sorunları hakkında kıyamet gününe kadar konuşabilecek kişilerdir ve genellikle deneyimli aydınlardır; ancak gerçek duygularını yaşayamazlar.”
Etrafınıza bir bakın. Gerçek duygulardan güya- duygusallıkla kaçanları ve duygularını duygusallıkla örtenleri göreceksiniz. Onları, bir kısım çok seviyor. Medyanın en çok kullandığı figürlerden başlayın. Ortalık ağlayan, bağıra bağıra şarkı söyleyen ve konuşan şarkıcı ve türkücülerle dolu. Hüzün pozlu romancılar, içi yanmış tiyatrocular, çenesi titrerken birden bire kreşendo tarzında isyankâr çığlıklar atan ‘şairimsi’ler... Ve aforizma yiyip aforizma boşaltan köşe yazarları. Bunun üstüne bir de bütün bu ‘mış gibi duygular’la galeyana gelen,

Yazının Devamı

Ve erkek ‘gerçek kadın’ı üretti!

9 Ağustos 2010

Real Doll’ler sipariş üzerine yapılıyor. Şimdilik konuşamıyor ve tepki veremiyorlar. Koca koca erkekler bu yapay kadınlar için iç çamaşırı alışverişi yapıyor, makyaj malzemeleri alıyor ve saçlarını tarıyorlar. Müşterilerin çoğunun ortak bir motivasyonu var: “Hiçbir şey kalıcı değil, kadınlarla mutlu olamıyorum ve yalnız olmak istemiyorum.”


Kaliforniya, San Marcos’ta kocaman bir atölye içinde tavana asılmış binlerce kadın vücudu... Dolaplarda; ayaklar, bilekler, saçlar, kirpikler ve meme uçları... Abyss Creations adlı şirketin yarattığı bu tuhaf manzara, bu tuhaf zamanların aşk, romantizm ve seks ihtiyacını garip bir şekilde karşılıyor. ‘Real Doll’ dedikleri bu kadın modellerinin eklemleri PVC, birleşme yerleri çelik ve derileri de silikondan yapılıyor. Derilerinin üzerinde minik minik tüyler bile var.

Ekstra özellik eklenebiliyor
Üretim çoğunlukla sipariş üzerine yapılıyor. Göz renginden, meme ucu tipine, ten renginden kilosuna kadar birçok ayrıntı, müşteri tarafından seçilebiliyor. Ekstra özellikler de eklenebiliyor, kadınınızı hermafrodit ya da elf kulaklı, hatta mavi renkli de yaptırabiliyorsunuz. Kargolama, kocaman tahta bir tabut içinde yapılıyor. Dünyanın herhangi

Yazının Devamı

Kim şu 'Düzgün Adam'?

2 Ağustos 2010

Erkek deyince aklımıza önce hangi sözcükler gelir? Ben denedim, önemli bir çoğunluğun ilk söylediği şey 'güç' oluyor. Daha açarsak güç, kuvvet, korkusuzluk gibi kavramlar kafamızda erkeklikle yan yana duruyor

Bu yüzden erkek kahramanlarımız Truva’daki Aşil gibi, James Bond gibi, Rambo gibi, Matrix’in Neo’su gibi. Peki ama erkeği veya insanı korkusuz ve güçlü kılan ne? Kasları mı? Savaştan kaçan bir figür, kasları kuvvetli bile olsa bize güçlü görünür mü? Bu kahramanları, bu erkekleri güçlü ve korkusuz kılan ana şey ne? Onlar ölümden veya kaybetmekten korksalardı, yine böyle güçlü gelirler miydi bize? Hayır.
Kayıp ve ölüm korkusu hayatın içinde birçok biçimde görünür. Bu yazıda bizi ilgilendiren kısmıyla yetinelim. Basit örnekler verelim. Şu anda bu yazıyı okumakta olduğunuz mekandaki (oda, salon, ofis, vapur, kafe vb.) varoluşunuzu düşünün. Sizi rahatsız eden önemli bir şeyin olmadığını, hatta orada iyi olduğunuzu varsayıyorum. Şimdi sizin keyfinizi kaçıracağım! Size artık oradan çıkamayacağınızı, hep orada kalacağınızı söylüyorum. Artık kapılar, pencereler, her yer kapalı. Yaşamınızın geri kalanı orada geçecek. Samimi biçimde içinize bakarsanız bütün keyfinizin

Yazının Devamı

Bölünmüş bir topluma bölünmemiş bir yazı

26 Temmuz 2010

Eski Türk filmlerinde iyiler ve kötüler hiç de yaşamdakine benzemeyecek biçimde ikiye bölünmüştür. Bu yapı hâlâ toplum olarak bizi kıskıvrak bağlar. Kendiliğimizin kötü yönü tarafından istila edileceğimiz korkusunu yaşarız. Bu bizi saldırganlığa iter


Şeyleri, insanları, olguları şaşırtıcı biçimde iyi ve kötü diye kesin çizgilerle ikiye ayırıyoruz. Aslında çocukluk dönemine ait ilkel bir savunma düzeneğidir bu: Splitting. Henüz kendi kimliğini, bedenini, varlığını tam olarak algılayamayan bebek için dış dünya esastır. Basitçe süt veren meme veya anne ‘iyi’, süt vermeyen meme veya anne ise ‘kötü’dür. Adeta nesneler ikiye ayrılmıştır. İyi ve kötü... İyi anne, kötü anne...
Dünya, iyi nesnelerin harekete geçirdiği ‘iyi kendilik’ ve kötü nesnelerin harekete geçirdiği ‘kötü kendilik’ olarak bölünmüştür. O dönem için benliğin yaşama tahammül edebilmesi, varlığını sürdürebilmesi ve daha ilerideki bütünleşmeyi sağlayabilmesi için kendiliğini ve dış dünyayı böylesine parçalara ayırması gereklidir.

Kimse artık sadece iyi ve kötü değil
Zihinsel yapı tekâmül edip gerçeklik algılanmaya başladıkça bu ilkel düzenek zayıflamaya başlar. İyi ve kötü arasındaki kesin çizgi silindikçe

Yazının Devamı

'AŞK'I iSTEDiĞiNiZE EMiN MiSiNiZ?

19 Temmuz 2010

Eskiyemiyoruz, çürüyoruz. Yenisini istiyoruz. Kaybedecek bir aşkınız var mı? Ancak edinirseniz kaybedebilirsiniz. Ancak edinirseniz kaybetmekten korkabilirsiniz

Kaybettiğimiz şeyleri yeniden bulabilir miyiz? ‘Koskocaman’ olmalı diye düşündük. ‘Büyük’ olmalıydı. Geniş, alabildiğine geniş yer kaplamalıydı. Her şeyi içine alıp, yiyerek tüketecek kadar geniş. Bir tuz gölü gibi sığ ve geniş. Büyük olanın derin olduğunu nasıl unuttuk. Sıradan anların, sıradan gibi görünen zamanların içinden hızla geçip gitmek istedik. Kalabalığa karışmak, gürültüye, -bize renkli denen göz alıcı, gözü kör edici- ışıkların arasına gitmek istedik. Bir kişiye, bir kişide, bir kişiyle deliremedik. Bir kişide eriyemedik.

Eskiyemiyoruz, çürüyoruz
İlk kez gidilen bir şehrin caddesine yürüdüğümüz o anın unutulmaz olabileceğini hissedemedik. Bir taksinin gelmesini bekleyen sigara içen bir adamın karanlıktaki görüntüsünü içimize çekemedik. Adam ne kadar güzel göründüğünün farkında bile değildi artık. Denizden çıkmış kadına, onun bir gün hastalanma ihtimalini düşünerek gözleri dolarak bakan adam, gölgesinin güzel görünebileceğini unutmuştu. Duymayalı ne çok olmuştu.
Ne oldu bize? Sevişmelerimiz neden

Yazının Devamı

Bir An Neye Gebe Olabilir?

12 Temmuz 2010

“Karar anı ipte yürüme anıdır aslında. Ve kim bilir kaç kere evrilip değişiyor hayatlarımız aptal saptal küçücük kararlarla. Belki de milyonlarca küçük kararın her biri başka bir geleceği, başka bir hayatı, başka mutlulukları ve başka mutsuzlukları taşıyor küçücük gövdesinde”

Yıllar önce yazdığım bir öyküden bir alıntıyla başladım. Uzunlamasına bir seyir gösterdiğini sandığımız -bir yanıyla öyle olan- hayata bakarken, seyri oluşturan çizginin noktalardan oluştuğunu çok düşünmeyiz. Her nokta, yani her 'an' aslında çizginin nereye döneceğini, nereye kıvrılıp bizi nereye götüreceğini belirlerken nasıl da sıradan zannederiz onu. Aslında iki ucunu kendimizin tuttuğu, ama tesadüf ipliğinin ilmeği sandığımız kısacık anlardan, küçük kararlardan söz ediyorum. Geleceğimizi karnında taşıyan kocaman karınlı, doğurgan ve gebe 'an'lardan...

Bir anda her şey değişebilir
Oysa öylesine atlarız üzerinden onların. Bitimsiz sandığımız hayatımızın sıradan anlarıdır onlar. Onlar ki bize hayatımızın sunduğu sınav sorularıdır. Hangi şıkkı işaretlediğimize bakar mıyız gerçekten? Neremizle bakarız? Hangi seçeneğin bizi nasıl bir geleceğe taşıyacağını düşünür müyüz? Aslında nereye gitmek

Yazının Devamı

'Aşk'a Dair Sorulara ilk Cevap

5 Temmuz 2010

“Yeni kitabınız ne zaman?” sorusuna hiçbir zaman cevap verememişimdir. Bu aralar da durumum aynı. Ama bir sonraki kitabımda olacağına kesin karar verdiğim bir öyküyü yazacağım bu hafta size


Aşk ve Kedi
Kediye bir isim koymak lazımdı. Kedi, kediden başka her şeye benziyordu ve kedi kediden başka hiçbir şeye benzemiyordu. Tıpkı senin gibi... İşte bu yüzden bir isim vermek çok güçtü... Ona 'Öte' ismini verdim. Çünkü onda, gördüğümden çok daha fazlasının, çok daha ötesinin olduğunu görmüştüm. Daha doğrusu gördüğümü sanmıştım. Yani inanmıştım. İnanmaktan başka bir sözcük karşılayabilir mi halimi? Vehmetmek de diyebilirim. Dersem azalır mısın? Seni çoğaltan, seni sen yapan, seni sen sanan bensem eğer, fark eder mi ki? Zaten aşk dediğin, onu 'O' sanmak, ondan 'O' na ulaşmak, onu 'O' yapmak değil mi? Kendinin ötesinde bir öteye uzanmak değil mi?
Ama niye kimse düşemiyor artık aşka? Herkes aslında 'O'nu ararken niye bir akşamda tükeniveriyor öteye uzanma ihtimali? Nasıl oluyor da bir gecede bitiyor bütün vehmedişlerimiz? Neden bir insan 'tek'inde ihtimali kazıp çıkarmak yerine çok insanda ihtimaller arıyoruz? Yoksa ihtimallerin çokluğu mu ihtimali daraltan? Çokluk mu bizi

Yazının Devamı

28 ‘GARiP’ ÖNERİ

28 Haziran 2010

Yaz geldi. Şimdi her yerde önerilerle karşılaşıyorsunuz. Size iyi gelecek öneriler. Kendinizi iyi hissedeceğiniz, mutlu olacağınız, eğleneceğiniz, dinleneceğiniz yerleri, şeyleri göreceksiniz gazetelerde, dergilerde, televizyon kanallarında. İmkanınız elverdiğince aralarından seçip yapacaksınız bazılarını. Bu yazın trend’lerini de takip edeceksiniz. Yeni ayakkabılar, yeni elbiseler, yeni mayolar alacaksınız. Yaşamınızı daha iyi kılmaya çalışacaksınız. Sağlıklı tüm bireyler gibi bunları isteyeceksiniz. İstemelisiniz de. Arzularınızın ve dileklerinizin yerine gelmesini dileyeceğim sizler için. Diğerlerini asla küçümsemeden ben de size farklı önerilerde bulunsam. Kimisi belki çok sıradan olacak sizin için. Kimisi size belki fazla romantik, belki fazla sert, belki saçma, garip, anlamsız gelecek. Gelsin de istiyorum. Keşke becerebilsek de dokunmadığınız bir yerinize dokunabilsek... Örneğin;

* Sağ elinizle sağ dirseğinize dokunmaya kalkın. Bunu asla yapamayacaksınız. Bu kadar birbirine yakın olmalarına rağmen onları neden kavuşturamadığınız üzerine düşünün.
* Eğer sürekli bilgiye dayalı kitaplar okuyorsanız tam tersini yapın. Bir kurgu okuyun, bir roman veya hikaye kitabı mesela. Bir

Yazının Devamı