Sadece ‘Bak’ıyoruz

26 Nisan 2010

Geçmişte ‘şey’lerle ilişkimizde var olan beş duyumuzu kullanırdık. Anlamak, değerlendirmek için görmeye, dokunmaya, koklamaya, işitmeye, tatmaya önem verirdik. Artık her şey asıl işlevinden uzaklaşmaya ve görüntü olmaya doğru gidiyor

Gömleğe ‘bak’mak
Neresinden tutup anlatmalıyım? Belki biraz geçmişe dönmeliyim. Çocukken okul açılmadan önce alışverişe çıkardık babam ve annemle. Gömlek alınırdı mesela. Her ikisi de benim beğenime öncelik verirlerdi. Fakat sonrasında babamın başparmağı ile işaret parmağı geliyor hafızamın derinliklerinden. İki parmağı arasında kumaşı tutup okşardı hafifçe. Bakardı. Kalitesine, içinde ne kadar pamuklu kumaş olduğuna, oynayıp terleyen bir çocuğun terini nasıl çekeceğine ve daha bir sürü şeye bakardı o kısacık dokunuşla. Sonra hafifçe buruştururdu kumaşı. Sanırım ütüsünün ne kadar çabuk bozulacağına bakardı. Bazı zamanlar cebinden çıkardığı İbelo çakmağıyla alınacak kazağın bir yerlerinden çektiği ipliği yaktığını da hatırlarım. İçinde naylon olup olmadığını anlardı bununla. Dikişlerinin kalitesi de, top oynarken yırtılıp yırtılmayacağı da çok kısa bir bakışla da olsa anlaşılan başka ayrıntılardı. (Bu anlattığım kesitte aslında o kadar çok ayrıntı

Yazının Devamı

Şimdi herkes 15 dakikalığına...

19 Nisan 2010

Şimdi kimse alttan başlayıp tırmanmak istemiyor, amaç bir anda merdivenin en tepesinde olmak. Yarın sabah kalktığınızda Twitter’dan fışkıran yeni bir ünlü görebilirsiniz, ya da YouTube’dan yükselen yeni bir müzik grubu. Bir gün piyasa sahte olana, hesapçıya doyacak. Gerçek olan galip gelecek

Dikkatli okur fark ediyordur. Şimdiki zamanı ve geleceği okumaya çalışıyorum. “Okuyorum” diyemiyorum, “okumaya çalışıyorum.” Var olan bütün donanımımı seferber ediyorum. Farklı disiplinlerin araçlarını kullanıyorum. Anlamaya çalışıyorum. Ve fakat eskisi kadar başarılı mıyım? Sanmam. Neden? Çok sebebi var. Öylesine hızla akıyor ki bir şeyler, yakalamak pek olası değil. Eğilimlerin duraksadığı, bir odak noktası bulup kümelendiği bir zemin oluşmuyor neredeyse. Sanat, moda, medya, teknoloji, müzik nereye bakarsanız bakın, temel bir renk göremiyorsunuz. Eskiden olduğu gibi üreticilerle tüketiciler diye bölünmüyor insanlar. Başta internetin sağladığı olasılıklar nedeniyle artık herkes üretiyor! Sanat, galerilerden dışarı çıktı; moda, podyumdan çoktan indi; sinema, salonlara artık üçüncü boyutla seyirci çekmeye başladı. Edebiyat ve yazı, kitaplardan bloglara

Yazının Devamı

Yeni bir akım: Salaktivizm

12 Nisan 2010

Eylemlerimizin anlamı niyetlerimizle belirlenir. Gerçekliğin en temel değer olduğu bir çağa ihtiyacımız var

Kafalarımızı açmamız lazım. Kendi kafamızdan başlayarak neyi niye yaptığımıza bakmamız lazım. Kendimizi enselememiz lazım. Çok fena yalana bulandık. Sevişeceğimize seksi görünmek istiyoruz. Okuyup idrak edeceğimize bilgili görünmeye çalışıyoruz. İyi insan olmayı değil iyi bir insan görüntüsü vermeyi amaçlıyoruz. Görünmek istediğimiz şeyi ‘ol’mayı amaçlamadığımız için üzerimize giydiğimiz kostümü çıkarıp yatağa girdiğimizde kendimizle karşılaşıyoruz. Yatağı bir ayna olanlar endişeyle bakıyorlar kendilerine. Kiminin aynası bile yok; çıplaklığına bile örtü geçirmiş, çarşafın altında yatıyor.

Politik duruş da pazarlanabiliyor
Hrant Dink katledilmişti. Bir tanıdıkla buluşmuştuk akşam yemeğinde. Bütün gün cenazeye, yürüyüşe ve bilumum nümayişe katılmıştı, bana onları anlattı. Sonra durdu ve dedi ki:
“Neyi savunurdu, nasıl fikirleri vardı?” Ben afallamıştım ki bu kez “İyi biriydi herhalde değil mi?” dedi. Nasılsa hiçbir fikri yoktu. Bunu anlayabilirdim, ama hiçbir fikri olmaksızın bu törenlere katılması ilginçti doğrusu. Orada görünmenin iyi olması yetiyordu, orada olmanın

Yazının Devamı

Bana enerji gönderin, kuantumlayın beni

5 Nisan 2010

Kilo vermek için, zengin olmak için, aşkı bulmak için, panik ataktan kurtulmak için kısa yol tuşu arıyor herkes. Birileri de bunun farkında, oralarına buralarına dokunuyorlar insanların. Herkes enerji veriyor birbirine. Uzaktan gönderenler var bir de


Neden derinlikten kaçıyoruz? Neden kolayı arıyoruz? Hayatı bu denli zor bulurken neden çözümler bu kadar kolay olsun istiyoruz? Televizyonu açıyorum, iletişim uzmanı bir adam var. İletişim uzmanı ne demek ben bilmiyorum. Aklınıza ne gelirse artık. Belki de telefon satıyordur. Acayip laflar ediyor. Her şeyi biliyor gibi görünüyor. “Şöyledir, böyledir, şöyle yapın, böyle yapın” diyor. Ne de kolay söylüyor. Araya da güya bilimsel terimler sıkıştırıyor. Meseleler hakkında hiçbir bilgisi ve donanımı yok. Ama isminin adı altında uzman yazıyor. Bir keresinde “bilmemne doktoru” diye bilinen birine televizyonda eğitiminiz ne diye sormuştum. Büyük ahkâmlar kesiyordu. “Ben çekirdekten yetiştim” dedi. E ama çekirdek çitleyin o zaman! İnsanları bu denli etkileme gücü olan mecralarda bir takım uzman(?)lar oldukça sığ, gerçeklikten uzak, ama sloganlarla dolu konuşmalar yapıyorlar. Sıradan bir izleyici için anlık bir açılım getirecekmiş

Yazının Devamı

Ceyar hâlâ kötü mü?

29 Mart 2010

Küçüktüm. Birdenbire hayatımıza Ewing ailesi girmişti. Gerçi siz benim Ewing dediğime bakmayın, o zamanlar biz onu ‘Yuving’ bilirdik. Yerli Malı Haftası kutlayan bir nesil olduğumuz için o zamanlar beş yaşında bir çocuğun İngilizce bilmemesi gayet normaldi. Zaten kimse bir yaşında bebesini te-
levizyon karşısına oturtup ismi bile Baby TV olan bir kanalı izleterek -daha kendi dilini öğrenmeden- “şimdiden İngilizce öğrensin” demezdi o zamanlar. Zaten bu ülkede ana dilimiz Türkçe’ydi o yıllarda. Sonraları küreselleştik. Çocuklar da, hem zihinleriyle hem bedenleriyle küreselleştiler; yusyuvarlak, tombul tombul oldular ‘yaw’. Her neyse, ne uzun ve acayip bir mevzudur bu. Geçelim.

Çocuklar kötü etkilenmesin olayı
Bu Dallas oynamaya başlayınca bizi, yani çocukları, uzaklaştırırlardı televizyonun olduğu odadan. (Ya şimdi aklıma geldi, bir ara siyah beyaz televizyonun ekranına iğrenç plastikten mavi veya yeşil bir şey takılır olduydu. Neye yaradığını bilmiyorum. Birileri televizyon göze zarar veriyor diye bir mavra bulup sıkı bir pazar bulmuştu anlaşılan. Bütün ülke deli gibi o aptal plastiğe para yatırmıştı. Herifler ne para yapmıştır. Şimdi kimbilir hangi salak şeyi bize yine çok

Yazının Devamı

AYLIK KORKU HARCAMANIZ NE KADAR?

22 Mart 2010

Artık korkularınızı da ranta çevirme peşindeler. Buna Fear Marketing (korku pazarlama) deniyor. Dişleriniz sadece mikrop yuvası değil, yeterince parlamazsa partner bulamazsınız. Kilo alırsanız vay halinize

Telefonla Söğüşleme

Sabah sabah ev telefonum çaldı. Ben bile bilmiyorum numarasını. Ama onlar nereden nasıl buldularsa bulmuşlar numaramı. Bir bankadan arıyorlar. Gayet yapışkan bir ses. Özel eğitimden geçiyorlar sanırım. Saygılı kelimelerle saygısızlık yapmayı çok iyi beceriyorlar. Eğer içinizde sıradan insana ait sağlıklı bir edep duygusu varsa öyle kolay kolay kapatamazsınız bu tür telefonları. Telefonla pazarlama deniyor bu yönteme. Sanıyorum birçok teknikleri var ve bu ‘yapışkanlık’ da onların başında geliyor. Her neyse asıl konu belki de bu değil ama bu da fena halde bir konu.

En sık oynanan oyun
Sabah sabah durduramadığım biçimde konuşan ses bana ne diyordu dersiniz? Öncelikli olarak benim özel bir müşteri olduğumu ve bu fırsatın bana sunulduğunu tabii ki. Bu en sık oynanan oyun. Kendinizi özel hissetmenizi istiyorlar ki o salaklık içinde sattıkları ‘şey’i satın alasınız. Pazarlama, insanın zaaflarını araştırıyor uzun zamandır ve onu kullanıyor. Pis bir

Yazının Devamı

SANAL SANMAYIN

15 Mart 2010

Aslında sanal dünya artık sandığınız gibi sanal değil. Yaşamın içine karıştı, yaşam da onun içine. Bundan böyle hayatta ne görüyorsanız aynısını orada da göreceksiniz. Şu ana kadar neler oldu?




ABD Başkanı Barack Obama’nın twitter’daki siyasi kampanyasının oy oranını artırdığı iddia edildi. Twitter’ın ziyaretçi sayısı, 2008 seçim gecesinde yüzde 40 artmıştı; Obama seçimi kazandı.

Yazının Devamı

Kayıp dil, kayıp şarkılar

8 Mart 2010




Her adımını bildiğim ve çok inandığım bir film giriyor gösterime: Nezih Ünen’in ’Anadolu’nun Kayıp Şarkıları’ Demokratik açılıma bir sanatçı böyle katkıda bulunur

Kelimeler ve İnsan

Yazının Devamı