Ampute milli takımının muhteşem Avrupa Şampiyonluğu sonrası, iş döndü dolaştı A Milli Takıma geldi yine.
Şu ruh meselesi var ya? Önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan verdi ayarı Dünya kupası vizesi alamayan futbolculara. Sonra Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören gönderdi mesajını Ampute Milli Takımı üzerinden. Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla!
İlk kaçırdığımız Dünya kupası finali değil bu. Şenol Güneş’in 2002’de dünya üçüncüsü yaptığı o takımdan sonra zaten bir daha kapısından dahi geçemedik en büyük organizasyonun.
Dolayısıyla futbol bu; kazanmak da var, kaybetmek de. Oynarsın, mücadele edersin, gücün yeter ya da yetmez. Lakin statlarda on binleri, televizyon başında milyonları mutsuz ediyorsan, ulus adına birilerinin hesap sorması da kaçınılmaz olur.
Bu mutsuzluk sadece saha sonuçlarından değil elbette. Son yıllarda milli takım demek, kaynayan kazan demek. Kavgalar, prim pazarlıkları, silahlı vukuatlar, bir teknik direktör ile futbolcu arasında asla yaşanmaması gereken diyaloglar, milleti kendi milli takımlarından soğuttu maalesef.
Artık yeter!
Maliye Bakanı Naci Ağbal geçen ay sonunda yeni vergi paketini açıklamıştı.
Motorlu Taşıtlar Vergisi’nin yüzde 40’a çıkarılması kamuoyundan büyük tepki görünce geri adım atıldı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da salı günü partisinin meclisteki grup toplantısında bir kez daha raconu kesti: “Ben yaptım oldu demekle olmaz.”
Yanlış hesap Cumhurbaşkanı’ndan döndü. Bakanlık şimdi MTV’deki artış oranını yeniden düzenleyecek.
Geçenlerde Kulüpler Birliği Vakfı, Maliye Bakanı Ağbal’ı ziyaret etmişti. Amaç her zamanki gibi vergi borçlarının yapılandırılması, kulüpler yasasının çıkarılması gibi akçeli konularda devlet desteğini almaktı.
Lakin ne umdular, ne buldular? Bakan transferdeki vergi oranının yüzde 15’den 38’e çıkarılacağını açıklamaz mı?
Basit bir örnek verelim. Bu sezon 100 milyon lira transfer harcaması yapan kulüpler, 15 milyon yerine 38 milyon lira ödeyecekti.
Herhangi bir Avrupa ülkesinde futbolcuların maaşlarından kesilen vergi, Türkiye’de kulüpler tarafından üstlenilince böyle panikledi beyler.
Ezeli iki rakibin son maçını anımsıyor musunuz? Geçen sezonun 27. haftasında Medical Park Stadı’nda, Beşiktaş’ın Trabzonspor’u Atiba’nın uzatma dakikalarında attığı golle 4-3 yendiği karşılaşmayı? Sanırım sezonun en kaliteli, en heyecanlı ve nefes kesen mücadelesi idi. Sonuca bakmaksızın iki ekibi de ayakta alkışlamıştık.
Vodafone Park’ta da benzer bir mücadele izledik. Sahada futbol oynamayı düşünen iki takım, bir puandan fazlasını isteyen iki teknik adam ve müthiş atmosferde keyif almaya çalışan oyuncular vardı.
Tabii bir de, son haftalarda sıkça tartışılan ve skoru etkileyen hakem konusu... Fırat Aydınus, tansiyon zaman zaman yükselse bile, deneyimiyle kontrolü elinde tuttu. Onca sarı kartın arasında ufak bazı hatalar yapmadı mı? Bu kadar can yanarken nazar boncuğu diyelim. Beterinden saklasın!
Ersun Yanal’ın oyuncu tercihleri yine ilginçti. Bu kez sol bekte Mas’ın yerine Hubocan vardı. Göbekte ise Okay ve Durica... İlk on birde Yusuf Yazıcı yoktu, görev Onazi’ye verildi. Eleştirmek için söylemiyoruz, oyuncularının hafta içi performansını en iyi hocaları bilir. Günahı da sevabı da onlarındır! Lakin savunma kurgusunda arayışlar epey sürecek. Fazlaca can yakıyor bu bölgedeki basit
Beşiktaş taraftarının Ali Palabıyık ve Cem Satman’a öfkesi uzun süre dinmeyecek.
Haksız değiller. Maçta siyah-beyazlı takım aleyhine yapılan iki önemli hata ve kaybedilen puanlar var.
Ancak sosyal medya çılgınlığı yüzünden hem tepkilerin dozu artıyor, hem içeriği çirkinleşiyor.
Tehdit, gözdağı, hakaret, kişisel boyuttan özel yaşama doğru tehlikeli biçimde kayıyor.
Yakın geçmişte Cüneyt Çakır, Halis Özkahya ve Fırat Aydınus için de aynı tehlike söz konusu olmuştu.
Ev adreslerinin, telefon numaralarının sosyal ortamda deşifre edilmesi, nasıl bir toplumsal travma yaşadığımızın kanıtı aslında.
Bugün aynı yöntem Ali Palabıyık ve Cem Satman için kurgulanıyor. İş o kadar ileri gidiyor ki, masum aileleri ve çocuklarını hedef alıyor saldırılar.
Mustafa Reşit Akçay “nevi şahsına münhasır” bir teknik adam. Trabzonspor ve Osmanlıspor ile Avrupa Ligi’nde önemli işler yaptı. Şimdi de Konyaspor ile zorluyor şansını.
Gruptaki ilk maçında Marsilya’ya tek golle yenilirken, tecrübesizliğinin kurbanı olmuştu temsilcimiz. Akçay, dün geceki Guimaraes sınavı öncesi tribünleri ve takımını ateşlemek için “Stadın ışıklarıyla taraftarın vereceği elektrik, oyuncularımın ampullerini yakmalı” demişti. Tam da Akçay’ın tarzı, seviyorum bunu.
Eksiklerine ve değişen kadro kurgusuna karşın, coşkulu ve kendinden emin, çok istekli başladı Konyaspor. Bu görüntü, ilk haftayı puansız kapatan Guimaraes’i de şaşırttı. İlk dakikalardan itibaren ciddi pozisyonlar geldi. Milosevic’in üst direği sarsan vuruşundan sonra baskılı oyunu golle süslemek, Musa’ya kaldı. Bu bölümde fazlası olabilirdi, çünkü oyunun hakimi Konyaspor idi.
İkinci yarıya da aynı ciddiyetle başladı yeşil-beyazlılar. Hem de ne hırsla? Bir dinamo gibi çalışan gecenin yıldızı Skubic’in nefis ortasında Milosevic’in zımba gibi kafa vuruşu geldi. Nefis bir organizasyondu. Portekiz ekibini şoka soktu, Avrupa’da ilk maçına çıkan genç kalecisi Silva’yı da üzdü.
Konyaspor ise doğal olarak
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım ile Ali Koç’un arasının epeydir iyi olmadığını biliyoruz.
Geçmişteki dostluk ve muhabbetten eser yok.
Kırgınlığın nedeni, onların sırları. Lakin Koç’un, kulüp başkanlığına aday olduğunu resmen açıklaması iki anlama geliyor.
Bir; hizmetlerinden dolayı teşekkür ettiği Aziz beyin artık çekilme vakti geldiğini düşünüyor.
İki; futbol takımının son yıllardaki performansını yanlış politikalar ve transferlere bağlayarak, mevcut yönetimi başarısız buluyor.
Fenerbahçe, “futbol kulübü” olsa, Ali Koç sonuna kadar haklı. Oysa bu renkler, bir “spor kulübünü” temsil ediyor. Örneğin, Avrupa şampiyonu olmuş basketbol takımını. Amatör branşlarla Avrupa’nın zirvesine çıkmış pek çok milli sporcuyu. Bu yelpazede kaç kulüp var?
Garabet o ki, bu coğrafyada her yol aynı kapıya çıkıyor. Futbolda sonuç yoksa, diğerlerini hak getire.
Siz mucizelere inanır mısınız? Bazen gözleriyle görmesi gerekiyor insanın. Dün gece işte böyle bir sıra dışı maça tanık olduk Trabzon’da.
Alkışlarla biten bir ilk yarı, “Ersun istifa” sesleriyle tamamlanan bir doksan dakika. İnanılır gibi değil ama liglerimizin belki de son yıllardaki en ilginç maçıydı.
Bir takım bu kadar mı farklılaşır, bu denli mi kolay teslim olur, hiç mi reaksiyon gösteremez inanın çözemedik. Suç Ersun Yanal’ın diyenler, bir de sahadaki futbolculara sorsun. Onlar ne yaptı? Sorumlu varsa ayrımsız hepsidir.
Birbirine tamamen zıt iki oyun izledik. İlk yarıda gençlerle, tecrübenin tat veren karışımı vardı. Gerçi Trabzonspor’un rakibi savunma zaafları fazla, ligin en çok yiyen takımlarından biri olan Alanyaspor idi. Tıpkı Karadeniz ekibinin bu sezonki yumuşak karnı gibi. Bu anlayış ve arayışın kısa vadede başına çok işler açacağını kesin. Burak’ın tek başına savunmacı arkadaşlarını yakalaması ise mümkün değil!
Düşünebiliyor musunuz? İlk yarının uzatma bölümüne 3 farklı üstünlükle girmişsiniz ve rakibin gardı düşmüş. Önce Kucka, sonra Burak’ın iki golü, gecenin finali için geliyorum demiş. Ama o ne? Orta sahada başlayan bir laubalilik ve hatalar zinciri meğer maçın
Ersun Yanal’ın Başakşehir karşısında sahaya sürdüğü takıma bakınca, şunu düşünüyor insan: “Demek ki hoca, geçen hafta Gençlerbirliği önünde ikinci yarıda maçı çeviren takımı çok beğenmiş.”
Beğenmiş de, “Rakipler aynı kalibrede mi, bu savunma kurgusu Başakşehir gibi üçüncü bölgede çok etkili silahları olan bir ekip karşısında iş yapar mı?” diye de sormadan edemiyor aynı insan. Belki de yedek kulübesine çok güveniyordu Yanal. Öyle ya, son dönemlerde oyuna yaptığı sihirli dokunuşlar onu haklı çıkarmış, deneyimli teknik adam da bunu motivasyon hanesine yazmış olabilirdi.
* * *
Dün öyle olmadı. Yanal’ın bazı gereksiz ısrarları, iki kez öne geçtiği maçı kazanmasını engelledi. Takıntılı değilim. Lakin, Kucka’nın haftalardır bu takıma ne katkısı olduğunu sorgulamadan edemiyorum. 86 dakika sahada kalmayı hak ettiğini de düşünmüyorum. Ersun hocam yanıt versin lütfen; “Kucka’sız bir orta saha hayal edemiyor mu?” Ne kaybeder acaba? 5 milyon euroluk bir değeri mi? Slovak oyuncu yine iki önemli hata yaptı, biri gol olabilirdi. Görev bölgesinde etkisizdi. Adam yakışıklı ise, kadroda daha fazlası var. Mesela, onun yerine giren Onazi! İşine karışmak haddimiz değil. Sosa’nın yanında Onazi’yi