Bizdeki baş başa dertleşmelerde, insanların kaypaklığı, kalleşliği, güvenilmezliği ve ikiyüzlülüğü hakkındaki yakınmalar bir hayli yoğundur.
Yüzyıllardan beri kuşaklar boyu süre gelmiş bu tür yakınmaların nedenlerini de cımbız cımbız ayıklamaya kalkmak; ne o kadar kolay, ne o kadar basit...
*
Bir toplumda üretim düşükse, gelişmiş ve örgütlenmiş meslek grupları yoksa, gelir dağılımı iyice bozuk, ekonomik kaynaklar da aşırı ölçüde siyasetçilerle bürokratların denetimindeyse, orada bireyler ne kendi kimliklerini geliştirebilirler, ne de kimliklerinin sağlıklı bir tutarlılık içinde biçimlenmesine olanak bulabilirler.
*
Kaypaklık, ikiyüzlülük, güvenilmezlik; gelişmemiş, baskılı toplum insanlarında öncelikle bir savunma refleksi.
İkincisi de, yaşam pratiğinde prim sağlayan bir kurnazlık becerisiymiş gibi neredeyse genel bir tavır olarak benimsenmiş bireylerde.
*
Yuttur kaydır, yüzüne gül altını oy, nasıl olsa tutulmayacak bir yığın vaat sırala...
Şayet bütün bu tutarsızlıkların merdivenleriyle, hem daha kolay yükseliyor; hem daha kolay topluyorsan dilediğin meyveleri; neden kendi kimliğinin hayatla olan dansında, art niyetlerinle iç hesaplarının figürlerini döktürmeyesin ki pist üstünde...
*
Kaypaklık, kalleşlik, güvenilmezlik, ikiyüzlülük hangi tür toplumlarda “artı”, hangi toplumlarda “eksi” getirir kişiye?
Bir üstündekine yaranmadan kolay kolay ayakta kalınamayan feodal kumaşlı toplumlarda “artı” getirir...
Üretim ve teknoloji kullanımında uluslararası performansa dayalı toplumlarda “eksi” getirir.
*
Bizim Türkler ikide birde, “Önce ahlakı düzeltmek gerek” diye söylenip dururlar.
“Ahlak”ın tanımlamasını yapmak ise o kadar kolay değildir.
Kiracıya göre kirayı artırmak isteyen ev sahibi ahlaksızdır; ev sahibine göre de kirayı artırmamakta direnen kiracı...
*
Genellikle bireyler, üçüncü kişilerin ahlak yapısdeğerlendirirken, egoist bir ölçü kullanırlar. Kendi çıkarlarına uygun hareket edenleri ahlaklı, etmeyenleri ahlaksız bulabilirler...
*
Oysa ahlak, öncelikle saydamlığı göze alabilme gücüyle başlar.
Ve özellikle de İslam ülkelerinde böyle bir gücü, yapıtlarıyla kanıtlayabilmiş yazı ve siyaset adamı çok azdır.
*
Ayrıca felsefenin bir dalı olan “ahlak” yani “etika”, yine felsefenin bir dalı olan “güzellik” yani “estetika” ile de çok bağlantılıdır.
*
Oturdukları mekânlarla yerleşim birimlerinin “estetikasını” yaratamamış olanlar, kendi “iç güzelliklerini” de yaratamadıklarından saydam olamazlar....
*
Kentlerin estetiği, bireylerin iç güzelliğinden kaynaklanan ortak bir projeksiyon birikimidir.
Bir kent çirkinleşiyorsa, orada yaşayanların iç güzellikleri de gitgide daha çok kısırlaşıyor sayılabilir.