1948 yılında Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın ruhsal yapısına, yahut karakterine; ruhsal yapısı, yahut karakteri taban tabana zıt olan İsmet İnönü; biraz da arkasını, Mareşal Fevzi Çakmak’ın sıvazlamasıyla, 7 yıldan beri Çankaya’da Cumhurbaşkanlığı Köşkü’nde; akşamları bir çilingir sofrası kurmadan otururken; Birinci Cumhurbaşkanı’ndan kıyılara dökülmüş “eski İstanbul avenesi” de ona uyum sağlamaya çalışıyordu.
***
Derken müthiş bir cinayet işlendi. Ankara’daki diplomatik çevrenin Dr. Neşet Naci Arcan Samanpazarı’ndaki muayenesinde tabancayla öldürüldü. Katil, Genelkurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay’dı.
***
Dr. Neşet Naci’yi öldürmesi için, Haşmet Orbay’ı, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan koşullandırmıştı.
***
O hafta da, iş açığa çıktığından, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan:
- Böyle biri Ankara Valisi olamaz, diyerek; makamında intihar etmişti.
***
Önce bir soru:
- Neden bizim toplumsal gücümüzün dinamiği, bu tür resmi ve esrarengiz olayları netleştirmeye yetmiyor da, bir an önce unutulmasını yeğliyoruz?
***
Şimdi bir soru daha:
- O kanlı olayların arkasında hiç mi bir kadın parmağı yoktu?
***
Bunun için “yazı-tura” atılacak değil herhalde.
***
Fısıltı gazetesine göre, Nevzat Tandoğan’ın eşi, İnönü’nün eşi Mevhibe Hanım’a gitmiş, kocasını şikâyet etmiş ve başka bir yere tayinini rica etmişti.
***
Vali’nin hazırladığı “casusluk”la ilgili cinayet, gizli aşk ilişkisini söndürmek için tertiplenmiş bir kamuflajdı.
***
1946 yılında bendeniz de, hem Ankara Hukuk Fakültesi’ne, hem de Ulus gazetesinde muhabirliğe başlamıştım.
***
İsmet Paşa, kimbilir kaçıncı kez, Gazi Paşa’dan miras kalmış beyaz trenle İstanbul’a gitmiş, geri dönüyordu. Paşa’yı karşılamaya bir muhabir olarak bendeniz de gitmiştim. Vali Nevzat Tandoğan da gelmişti.
Ve ismet Paşa, Vali’nin yanağını sıkarak:
- Nasılsın bakalım Küçük Bey, demişti.
Vali Tandoğan, başka kente tayin edileceğini anlayınca o hafta intihar etmişti. Ne kadar doğru, ne kadar rivayet, kestirmek zor. Tek doğru olan cinayetle, intihar.
Kimbilir daha kimler gitti güme böyle.
***
Bütün bunların hangisi doğru, hangisi yalandı?
***
Devlet yalanları mubahtı da, hangi yalanlar rezilane idi?
Devlet gerektiğinde, vatandaşa yalan söyleyebilecek, ama vatandaş Devlet’e asla yalan söylemeyecekti.
***
Nedense Avrupa ve Amerika’da böyle bir Devlet hiç çıkmamıştı ortaya; sadece İstanbul, sonra da Ankara’da çıkmıştı.
***
Oysa bir de atasözü vardı bizde:
- Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, diye.
***
Yatsı bir türlü gelmiyor, karanlık sürüp gidiyordu.
***
Neyse ki, Tevfik Fikret’in şöyle mısraları vardı:
Göz yumma güneşten ne kadar nuru kararsa
Sönmez edebi, her gecenin gündüzü vardır.
***
İNSAN mı önemli, yoksa devlet mi? 21’inci yüzyılda bile netleşmiş değil.