Geçtiğimiz cumartesi saat 17.20’de Marmara’dan Boğaz’a, uzaktan göz tahminiyle 300 m.ye yakın bir uzunluktaki büyük mü büyük bir şilep giriyordu.
* * *
Ve o uzun şilebin üstünde; bizim anısal, beyaz iç hat yolcu vapurlarının en az 2’si büyüklüğünde bir şilep vardı.
Büyük bir şilep, bir şilebi taşıyarak giriyordu Boğaz’a...
* * *
Taşınmakta olan şilep, besbelli ki arızalıydı.
Neden bir tersanede onarıma alınmamıştı da Karadeniz’e götürülüyordu?
Yedekte de yüzdürülerek götürülemez miydi?
Arızalı şilep de, koskocaman bir gemiydi; denizden nasıl kaldırılıp da bindirilmişti Boğaz’a giren uzun şilebe?
Ve nerede nasıl indirilecekti?
* * *
“Laf ile dünyaya nizamat” veren ne siyasal liderlerin, ne siyasal yorumcuların; insanın aklına takılan bu tür sorulara yanıt verebileceğini de hiç sanmıyorum.
* * *
Oldum bittim ekmeğini denizlerden kazanan “deniz adamları”nın durumları; ne siyasal gündeme girmiştir, ne ekonomik gündeme, ne de sanat programlarının gündemine...
* * *
Hatırladığım kadarıyla ilkokul kitaplarında, Faruk Nafiz’in “deniz”le ilgili şu mısraları vardı:
Deniz engin bir sudur tuzlu yeşil dalgalı;
Kıyılarını süsler bazen beyaz bir yalı.
* * *
Bir açık deniz kaptanının aylık kazancıyla, ortalama bir dönercinin ve ortalama bir avukatın aylık kazancı arasındaki farkları bilen, bir Tanrı kulunun bulunduğunu da hiç sanmıyorum.
* * *
“Demir atmak, demir almak” gibi gemicilik deyimlerine gelince...
Yahya Kemal’in ünlü şiiri geçiyor gözlerimin -önümdeki “pancar motoru”ndan ayrılıp- arada sırada pencereden baktığı Marmara ufuklarından:
* * *
Artık demir almak günü gelmişse zamandan,
Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.
* * *
Bir de hazin bir halk türküsü vardır:
Gemilerin uzun olur direği
Anaların yanık olur yüreği
Ne sen gelin oldun ne ben güveği
Onun için açık gider gözlerim
* * *
Genel seçimlere tam 1 ay kaldı...
Mitinglerden mitinglere koşan siyasal liderlerin, karşılıklı ağız dalaşlarının, kutuplaşmaları daha da keskinleştireceği öngörülüyor.
* * *
Liderlerin durumu tam “apiko”...
Bir geminin kaptanı, demir atacağı yere geldiğinde; burundaki çift taraflı “çipo”nun deniz düzeyine indirilmesi komutunu verir:
-Demir apiko...
* * *
“Apiko”, argoya da girmiştir; “alesta, hazır, tetik üstünde” anlamına...
Siyasal liderler de, düello etmek için karşılıklı geçmiş kovboylar gibi, tam “apiko” durumda...
Ateşe ateş...
* * *
O büyük şileplerin, yahut transatlantiklerin denize attıkları “çipo”ları yakından görmek istediğinizde, Sütlüce’deki “Rahmi Koç Sanayi Müzesi”ne uğrayın...
O müzede gerçekleri var onların, kim bilir her biri kaç ton?.. Koskoca bir gemiyi deniz üstünde tutmak kolay mı?
* * *
Eski İstanbul romanlarında da rastlanır “apiko” sözcüğüne; bir erkeğin giyimi kuşamı “dört dörtlük”, şık ve uyumluysa; denize demir atmaya hazır bir gemi gibi “apiko”dur.
* * *
Bir geminin burnundan, 2’si birden atılmış demir zincirleri; kıçtan demir atılmadığında, tekne döner de zincir zincir üstüne çaprazlamasına binerse, “tehlike işareti” doğurur...
Kaptanlar asla böyle bir duruma düşmek istemezler.
* * *
Küresel ekonomik kriz, yeni dünya düzeni...
Ve dünkü gazetelerden, örneğin Vatan’dan birkaç haber:
“ ‘Türkiye büyük ülke, tek başbakanla yönetilemez.’
BDP lideri Demirtaş “Ankara, Hakkâri’ye uzak” dedi, iki başbakan istedi.”
* * *
“Döner-pilav zehirledi!
Milli Eğitim Bakanlığı’nda öğle yemeği yiyen personel, aniden rahatsızlandı. Yüzlerce kişi aynı anda hastanelik olunca başkentin ambulansları yetmedi...”
* * *
“Evlilik programına 15’lik gelin cezası.
RTÜK, 15 yaşında kız çocuğunun karşısına 45 yaşında koca adayı çıkaran ‘Su gibi’ adlı evlilik programı için Fox TV’ye 500 bin TL’lik rekor ceza kesti.”
* * *
Burundan çift taraflı atılan demirlerin zincirleri, çaprazlamasına üst üste binmiş mi, binmemiş mi?
* * *
İstanbul’un cadde ve sokak adlarını, bulundukları yerlerin planlarıyla gösteren bir “İstanbul rehberi” yapılabilir mi, yapılamaz mı?
* * *
Asla yapılamaz...
* * *
“Kabahat şunun, kabahat bunun” demenin de anlamı yok.
Böylesine çarpık bir kent yerleşimi yaratmaya; 90 yıllık TC’de ne 1, ne 2 kuşağın ömrü yeterdi.
* * *
Demirlerin zinciri, çaprazlamasına üst üste binmiş İstanbul’da.
Yukarı Fındıklı’da, kör kuyuların içine düşmüş gibi, oluklu çinkodan paslı damları hiçbir yerden görünmeyen yapılar var.
O damlarda martılar, kuluçkaya yatıyor.
Geçtiğimiz cumartesi sabahı, martı yumurtalarından 3 martı yavrusu çıkmıştı; ne küresel ekonomik kriz umurlarındaydı, ne de yeni dünya düzeni.
* * *
Saat 17.20’de ise, üstünde şilep taşıyan büyük bir şilep giriyordu Marmara’dan Boğaz’a...
* * *
Doğrusu çalkantılı bir dönem; martıları ve parklarda dudak dudağa öpüşerek sarmaş dolaş oturan genç âşıkları, ilgilendirmese bile...