Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Önce dünkü Milliyet’ten birkaç haber başlığı: “Konya’da obruk (yeraltı sularının çekilmesiyle oluşan doğal göçük çukuru) korkusu”
* * *
“Soba faciasına 12 kurban
Sobadan sızan karbonmonoksit, Tekirdağ’da 6 kişinin ölümüne neden oldu. Gaziantep’te 1, Amasya’da 2 ve Konya’da 1 kişi de aynı nedenle yaşamını yitirdi”
* * *
“Madende göçük: 2 ölü
Zonguldak’ta TTK’ya bağlı maden ocağında meydana gelen göçükte can veren iki kişinin 1 aylık işçi olduğu belirlendi”
* * *
1950’li yıllarda Yakup Kadri ile, cumhuriyet devriminin de neden istenilen kanatlanmayı gösteremediğini konuşuyorduk.
Yakup Kadri:
- Ankara’nın doğru dürüst bir kadrosu yoktu, İstanbul’daki eski kadro doluştu Ankara’ya; onlar da cumhuriyetin ilanından önceki alışkanlıklarını sürdürüp gittiler, diyordu.
* * *
İsmet Paşa da aynı şeyi söylemişti bendenize:
- Biz cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Ankara garına gider, İstanbul’dan kravatlı kim geldiyse, onları alır Hariciye Vekâleti’ne memur yapardık, demişti.
* * *
Oysa sorun, sanırım çok daha derinlerdeydi.
Sultan Abdülmecit de, 1939’da “Tanzimat Fermanı” ile, İstanbul’u burjuvalaştırmak istemiş ve “Dersaadet”, “alaturka semtler”, “alafranga semtler” diye ikiye bölünmüştü.
* * *
“Kışla” ağırlıklı bir otoriteyle “imaj” değişikli sağlama yasaları, özellikle bürokratik yapıda bir “burjuva taklitçiliği”ni gerçekleştirmekten öteye gidemiyor ve taşra kasabalarıyla mahallelerinde, fısıltılı tepkilerin yaygınlaşmasına neden oluyordu.
* * *
Kimsenin, Avrupa’da burjuvazinin nasıl geliştiğiyle ilgilendiği yoktu.
Ortaçağ’da Vatikan, eski Yunan ve Roma uygarlıklarıyla ilgilenmeyi kesinlikle yasaklamış ve yasağı gizlice çiğneyenler, yakalandıklarında, engizisyon mahkemelerince idama mahkûm edilir olmuştu.
* * *
15. ve 16. yüzyıllarda İtalya’da Leonardo da Vinci, Raffaello, Michelangelo gibi dev sanatçılar, Vatikan’ı bir hayli etkilediler ve papalar yavaş yavaş eski Yunan ve Roma uygarlıklarıyla ilgilenmenin kapılarını açtı.
* * *
Böylece “Rönesans” dönemi başladı.
Bunda, 1440’da matbaanın icadının da büyük katkısı oldu, ilk çağların tanınmasını kolaylaştırdı.
* * *
16. yüzyılda “Donkişot”, Gargantua” gibi ilk romanlar ve ilk gazeteler yayımlanmaya başladı.
* * *
1492’de de Kristof Kolomb ilk kez okyanuslara açılmıştı.
Bir yandan da bilimsel keşifler artıyordu.
Aristokrasiye karşı, yönetilen halk yığınlarının bazı kesimlerinde de zenginleşme ve burjuvalaşma gelişiyordu.
* * *
18. yüzyılda “aydınlanma çağı” ile birlikte, Vatikan’ın otoritesi zayıflamaya ve zenginleşen burjuvalar, dünya nimetlerini, cennet nimetlerine yeğlemeye başladı.
* * *
Ayrıca Batı’nın kadın-erkek terazisi de, Doğa’ya ters düşmüş değildi. Kadınlar bir küfür mancınığı olarak kullanılmıyordu.
* * *
Avrupa’daki 400 yıllık bir süreci, “kışla” ağırlıklı bir otoriteyle feodal ve köylü bir topluluğa şırıngalamaya kalkmanın; elbet birikmiş bir eziklik ve yoksulluk yoğunluğuyla, bir tepkisi de gelecekti.
* * *
Hele hele “yoksulluktan söz etme” de yasaklanmış ve Jack London’ın “Demir Ökçesi” ile John Steinbeck’in “Bitmeyen Kavgası” bile sakıncalı eserler sayılmışsa.
* * *
Bugünkü Ortadoğu ve Batı zıtlaşması; Şark politikacılarının iddia ettiği gibi Müslüman - Hıristiyan zıtlaşması değildir.
* * *
Ya nedir?
Feodalliği ve köylülüğü aşamamışlıkla, kentli zıtlaşmasıdır.
* * *
Küreselleşme süreci; “burjuva enternasyonalizmi”ni de, “yer” küresini sarmalamaya doğru coşturmakta.
* * *
Bakkalların “süper market”e dönüşmesi; cep telefonlarının, televizyonların, bilgisayarların, -Afrika’dan Asya’ya- turistik otellerin aynı kalitede yaygınlaşması “uzay çağı”nın bir özelliği...
* * *
21. yüzyılın sonuna dek; akıllardan hayallerden geçmeyen değişimler yaşanacak.
* * *
Türkiye de bu değişimlerin dışında kalamayacak; burjuva taklitçiliğiyle çağlar atlanamadığından; epey bir süre çalkantılı bir dönemden geçilse bile...
* * *
Kenya’nın devlet bütçesi, bizimkinden daha şeffafmış; Almanya ortamına en az uyum gösterenler de, orda yaşayan Türklermiş.
* * *
Bunlara dünkü Milliyet’in haberleriyle, trafik kazalarını, yolları kapanmış köylerin sayısını, yağmurlarda sel baskınına uğramış cadde ve evleri de eklerseniz; “Türk’e Türk propagandası yapmakla” pek bir yere varılamadığı da anlaşılır ama; “anti-militarist” edebiyatın “askerlikten soğutma” suçlamasıyla reddedilmesi gibi; “ezber bozma” da, “vatan hainliği”ne kadar varan bir öfke balyozuyla karşılaşmakta.
* * *
Tabular ve dogmalarla çağdaşlaşmaya kalkmak, ancak bu kadar olabiliyor; ne yapacaksınız?