Genç dostlarımdan Engin Aymete ile Halukun, uğraş savaş bin bir özenle açtıkları; duvarları, neredeyse yüz yıllık karikatürlerle donanmış, içkili "Mizah" lokantasına ailece şöyle bir uğrayalım dedik...Tam 45 yıl önce, bendenizin de Milliyette yazmaya başladığım yıllarda, ilk kez kaloriferli bir apartmana taşındığım Teşvikiyeden, aile yakınlarını da alarak yola çıktık...***Vay babooo...Nişantaşının, karşılıklı çift sıra park edilmiş arabalar arasından zor bela geçit veren arka sokakları... Nereden gelip nereye gittiklerini kimsenin bilemediği özel otomobiller, taksiler, köşe başlarındaki dükkânlara, mağazalara eşya indiren kamyonetler...Apartmanların kapıları önüne bırakılmış, içi azıcık da dışına taşık çöp paketleri; yan yana sıram sıram uzanıp gidiyordu bir avuçluk kaldırımlar üstünde ve trafik akmıyordu...***Dar sayılacak sokaklar... Karşılıklı çift sıra park edilmiş arabalar... Karşılıklı çift sıra çöp paketleri... İhtiyar gülümsemesine benzeyen sokaklar lambaları... Ve trafiğin selleşen kıpkırmızı stop lambaları... Uzayıp giden bin bir kırmızı ışık...Git gidebilirsen...Meğer en önde belediyenin çöp kamyonu, apartman kapılarının önüne bırakılmış çöp paketlerini topluyormuş...Sonradan gördük ki, tıkanıklık aşırı uzun sürdüğünden, hepsini tam toplayamıyor; özellikle de dağılmış olanlarını...***Ana caddeler, birbirine uyumlu olarak aydınlatılmış, estetik bir süzgeçten geçme rengârenk perisel vitrinleriyle, çağdaşlık aşkını yaşıyordu...Arabalar, arabalar, arabalar; kırmızı kedi gözleri...Kaldırımlarda, 20-30 yaş arasının yoğunluğunda, genç kızlar, genç erkekler...***Talimhanede arabalar, arabalar, arabalar... Ve köpüklenerek oraya buraya serpilmiş bir gençlik çorbası...Talimhaneyle Beyoğlu arasındaki daracık eski Baro Sokağı...Gençliğimin Ömer Hayam meyhanesi, bizim Enginle Halukun içkili "Mizah" lokantası olmuş..."Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç...Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç"Dizeleriyle şarkısını, kimsecikler duymadan dinleyen bir ben varmışım gibi...***Vaktiyle Beyoğlunda Baro Sokağının başında müzikli ve ünlü gece lokali "Çatı" vardı... Daha başka, daha başka, Cihangir yönüne dönük "Yeşil Horoz" vardı...İstanbulun nüfusu henüz 3 milyonu aşmamıştı...Bir süre sonra, bütün genç ve namdar karikatürist dostların duvarlarını renkli karikatürlerle donattıkları "Nuhun Gemisi"...Turhan Selçuk, Bedri Koraman, Eflatun Nuri, Altan Erbulak, Semih Balcıoğlu, Mıstık, Ali Ulvi...Genç kızlar, erkek arkadaşlarıyla özgür gezmelere henüz başlamamışlardı...***Yeni açılmış olan Divan Otelinin amerikan barında her akşam Doğan Nadi viski içerdi..."Küçük Sahne"nin yanında "Kulis"te Yaşar Kemalle Şakir Eczacıbaşı, Harran Ovası ile Faulkner arasında zıpzıplı konuşmalara dalar; ayakta şapkalı Sadri Alışıkla kadeh tokuştururduk... Bir masada Mücap Ofluoğlu, bir masada Kâmuran Yüce otururdu.Beyoğlu gecelerinde yazı, dergi, gazete, tiyatro fedailerinin avare ağırlığı kendi serüvenlerini yaşardı.Bendenizin de oyunlarının, ilk gece perdesini Muhsin Ertuğrulun eliyle açtığı Belediye tiyatrolarında oynandığı yıllardı...***Eski fotoğraflara bakmak da, geçmişten söz etmek de; bir hayatın geçip gitmiş yıllar içinde kaybolan bölümüne, bir gül koymaya kalkmak gibi gelir bana... Ve geriye kalmış bölümünün de, geleceğine ayna tutmaya başlar...Yani efendim bendeniz pek hoşlanmam nostaljik takılmaktan...***"Mizah"dan çıktığımızda, saat gece yarısını geçmişti. Daracık sokaktaki eski apartman kapılarından birinin dış kapı kuytusunda, ayakta duvara dayanmış bir cesede benzeyen bir berduş; kendinden geçmiş, kapalı gözleriyle öyle duruyordu...Değişik ara sokaklardaki, tül perdeleri çekik, sessiz küçük meyhaneler...Oraya buraya süzülür gibi giden genç çiftler... Kızların yüzleriyle adımları özgüvenli ve ciddi; erkeklerinki, hafif havalı ve özerk...O saatte gölgelere benzeyen ve binlerce gibi görünen genç kızla, genç erkek... Yan sokaklar, dar sokaklar ve caddeler onlarla dolu gibi...***Anneleri babaları kimlerdir; nerelerde oturur, nerelerde yaşar, geçimlerini nasıl sağlarlar o genç kızlarla, genç erkekler?Ve müşteri beklermişçesine, bazı köşelerde bekleyen; boylarının uzunluğu dikkat çekici kadınlar...Caddelerde peş peşe arabalar, arabalar, arabalar... Nerelerden gelirler, nerelere giderler bu arabalar?..***Gece yarısını geçe Beyoğlunun ve Nişantaşının arka sokakları...21. yüzyılla nasıl pençe pençeye geleceklerini kimsenin kestiremeyeceği, gölgeli bir gençlik ırmağı...***Eve döndükten sonra da bir süre uyuyamadım... Türkiye, hâlâ daha yepyeni bir dönemin esmeye başlayan sert rüzgârlarını; eskimiş ve işlevi bitmiş bir don lastiğini eliyle tutmaya çalışırcasına, karşılamaya uğraşıyordu.Gözüme ilişen, bol miktardaki genç gölgelere, biraz da üzülür gibi oldum sanki...Oysa ne kadar da güzel bir gece geçirmiştik... c.altan@prizma.net.tr UZUN zaman var, İstanbul gecelerinin caddelerle sokaklara taşan eğlence arantılı hengamesinden geçmemiştim.