Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları
Haberin Devamı



Henüz daha Boğaz köprülerinin yapımı şöyle dursun, hayalinin bile akıllardan geçmediği ve bendenizin bir lise öğrencisi olduğum yıllarda; genellikle Karaköy - Kadıköy vapurlarıyla geçilirdi Anadolu, yahut Avrupa yakasına.
Ben, her iki yaka arasında gidip gelirken; vapur iskeleye yanaştığında ve kalın halatlarla iskele babalarına bağlandığında; çımacıların, bir çift demir tekerlekli ve bir yanları boydan boya demir tutamaklı, mobil tahta köprücükleri, yanaşılan iskeleye uzatmalarını beklemeden, atlayıverirdim dışarıya.
Vapurdan, yanaşılan iskeleye atlayıvermek yasaktı. İskele polisi, benim gençlik enerjisiyle zembereklenmiş aceleciliğimi görünce, önüme geçer ve şöyle derdi:
- Sonra bize yabancılar ne der, şu yaptığınızı görseler?..
***
Henüz tek parti dönemiydi. İsmet Paşa, 3 - 4 yıllık Cumhurbaşkanı'ydı. Tanzimat'tan uzantılı "Avrupalılar gibi olma özeni", çağdaş uygarlık düzeyinin tek pusulasıydı.
Kimseciklerin haberi bile yoktu, burjuva sınıfının; denizlerle haşır neşir olma sonucu, ancak 400'ü aşkın yılda palazlanıp biçimlenerek; aristokratların, neredeyse 2 bin yıla yakın bir süredir üstünde lök gibi oturduğu siyasal iktidarı da, ancak ele geçirdiğinden...
Burjuvazinin üretim alanında gerçekleştirdiği teknik değişimleri algılayıp incelemeden; onlar gibi giyinip, onlar gibi yaşıyor görünmekle, çağdaşlaşılamayacağını bir bilen de yoktu. Varsa bile, söyleyebilen yoktu.
***
Neden yoktu?
Çünkü ne kapalı ve bambaşka ilkel bir alemde yaşayan köylü yığınlarının, değişen çağlarla bir ilgisi vardı; ne de Hazine'den geçinenler takımının, kendi bireysel payelerini artırma ve sözde çağdaşmış rolü oynama ötesinde, özellikle evrensel ekonomide analitik analizler yapma gereksinmesi...
Ve denizlerle çevrili, ayrıca denizleri birbirine bağlayan bir ülke olan Türkiye'de, kimseciklerin ne deniz tarihiyle ilgisi vardı, ne deniz edebiyatıyla, ne deniz ticaret hukukuyla, ne de gemicilik terimleriyle...
"Alabanda sancak", "yarım yol tornayd", "demir apiko" vs...
Çin - çan - çun...
***
Deniz dünyalarıyla ilgilenmiş neredeyse tek yazarımız olan Halikarnas Balıkçısı, yani Cevat Şakir; bugün en gözde tatil beldesi olan Bodrum'a 1925'te sürgün edilmişti... O dönemlerde belalı bir sürgün yeriydi Bodrum...
Bodrum'a neden mi sürgün edilmişti Cevat Şakir?
Çünkü efendim, asker kaçaklarının yargılanmadan kurşuna dizilmesini eleştirmişti ve İstiklal Mahkemesi tarafından, "halkı askerliğe karşı kışkırttığı" gerekçesiyle Bodrum'da 3 yıl sürgüne mahkum edilmişti.
Bugün genç kuşak Bodrum tatilcilerinin, ne ölçüde bir gönül bütünleşmeleri vardır Halikarnas Balıkçısı'nın yapıtlarıyla, kestiremiyorum.
***
En taze genç kuşaklar için de, "çağdaşlaşma" yine bir garip bulmaca... Kimi çağdaşlığı, bir görüntü, günün modalarına uyma diye alıyor; kimi kendi inançlarını, her türlü dış kaynaklı modaya karşı egemen kılma özgürlüğü, diye alıyor.
Yine kimse ne denizlerdeki teknik birikim ve değişimlerle ilgili, ne Halikarnas Balıkçısı'nın yapıtlarıyla, ne kendi anadilinin özgün bahçeleriyle...
Ya salt görüntülerde aranan bir çağdaşlık; ya evrensel rüzgarların içeriye de yansıyan görüntü çağdaşlığına, kendi inançlarını kabul ettirme uğraşları... Hem de kendine özgü bir çeşit taze ve garip modalar sergileyerek...
***
Denizlerle haşır neşir olma sonucu, 400 yılda ancak pekişmiş burjuvazinin; köylü yığınlarını, kentlerde fabrika işçisi olmaya dönüştürdüğü dönemlerdeki, burjuvazi - proletarya zıtlaşmasının, sınıflar arası çatışmaları ve yarattığı siyasal düzey ve sentezler; endüstri devriminden yoksun kalmış yörelerde, "Kışla - Cami" rekabetine dönüşen bir tuhaf "tez - antitez" oluşturmuş.
Bir tüketim kurumu olan "Kışla", "ilericilik" simgesi sayılmış; yine üretici bir kurum olmayan "Cami" de gericilik...
***
Karaköy - Kadıköy vapurları, iskelelere yanaşırken; vapurlardan iskeleye, yahut iskeleden vapurlara, demir tekerlekli tahta köprücükler sürülmeden, atlayıverirseniz vapurdan iskeleye; polis dikilir karşınıza:
- Sonra bize yabancılar ne der; şu yaptığınızı görseler?..
Çağdaş yöntemlere uyulmadığında, yabancıların bize "barbar" diyeceği iması...
***
622'den öncesi "Cahiliye dönemi"ydi... Eski Yunan ve Roma uygarlıkları, ilgilendirmiyordu bizi...
1453'ten önceki bin yıllık Bizans İmparatorluğu da, ilgilendirmiyordu bizi...
Hatta "Resmi Tarih" hamasetçiliği ötesinde, 1923'ten önceki Osmanlı İmparatorluğu'nun objektif ve analitik olarak değerlendirilmesi de...
Halikarnas Balıkçısı da ilgilendirmiyordu, onun görkemli yapıtları da, Bodrum'a neden sürüldüğü de...
Bizi sadece Bodrum'da, cinsel özgürlüklerin de geliştiği bir yaz tatiliyle, 5 bin polis tarafından korunan nikah törenleri ilgilendiriyor... Kazanç kaynaklarıyla harcama saydamlığına asla yanaşılmadan...
Ve çağdaşlık için yetiyordu bize bu kadarı...