Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları

“Ayrılıkla bitmiş aşklar”ın yarattığı “kahır” teması; edebiyatı, müziği, resmi, heykeli ile dünya sanatının göbek taşında; her türlü siyasal anıttan daha anıtsallaşmış durumda.
* * *
Türkiye’deki ayrılıklar ise, daha çok savaşların, göçlerin, çaresizliklerin yarattığı “yuva”dan ayrılıklar.

Adı Yemendir
Yolu çimendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir
* * *
Bendenizin de sessiz mırıltılarımda, “Ölüm Allah’ın emri, ayrılık olmasaydı” yakınması, usulca kabuk değiştirmekte; “Şuradan şuraya gitmek hayatın emri, İstanbul trafiği olmasaydı”.
* * *
Yine bir ekim sonu Çelik Gülersoy’la Yıldız Parkı’nda dolaşırken, insanın; kaç yaşından sonra denizlere mi, yoksa ormanlara mı daha tutkun olduğunu sezinlemeye başladığını konuşuyorduk.
* * *
Genellikle yılda bir kez, 24 saatliğine açıp solan bir kaktüs çiçeğindeki tanrısal mucize güzelliği, 14-16-18-20, hatta 25 yaşlarında ne kadar fark edebilirsin ki?
* * *
Derken bir yaş gelir, 42-45-50...
Bizans dönemlerinden kalma sakız ağaçlarını, çınar ağaçlarını, kendi soyluluklarının ihtişam içindeki ceviz ağaçlarını; uzun kirpikli, kopkoyu yeşiller senfonisine bürünmüş peri kızlarına benzeyen çam ağaçlarını, tapılası bir hayranlıkla okşayıp öpmek bile istersin.
* * *
Yıldız çiçekleri, ateş çiçekleri, sardunyalar, karanfiller, aslanağızları, şebboylar ve havuzların nazlı nilüferleri...
* * *
“Şuradan şuraya gitmek hayatın emri, İstanbul trafiği olmasaydı”.
Cumhuriyet’in 10’uncu yılında, henüz Göztepe’de elektrik yokken; bahçe kapılarının önünden “Silivri kaymak” diye bağıran yoğurtçular, “dondurma kaymak” diye bağıran dondurmacılar ve sırtlarında uzun yaylarıyla “hallaç” diye bağıran hallaçlar geçerdi.
* * *
Hallaçlar, yata yata içindeki pamukların dertop olup kıtıklaştığı yatakları alır, pamuklarını çıkartır ve onları yaylarının üstünde, ellerindeki küçük lobutlarla döve havalandıra kabartırlardı.
Çalıştıkları yerin çevreleri, uçuşan pamuklarla bembeyaz, gerçek üstü, pufuduk adacıklara dönüşürdü.
* * *
İstanbul trafiğinden kimsenin yakınmadığı dönemlerdi o dönemler. İstanbul’un nüfusu henüz 500 bin bile değildi.
Kimsenin ne buzdolabı vardı, ne radyosu, ne televizyonu, ne cep telefonu; ne de ortalıkta otomobil bolluğu.
Karpuzlar kuyulara sarkıtılarak soğutulurdu.
* * *
O tarihlerde de nutukçular nutuk söylerler; zaferlerden, şanlı tarihten, ırkımızın yüceliğinden söz ederlerdi.
Kimsenin aklına ne cinsel tacizler gelirdi, ne adam başına düşen “milli gelir birimi”, ne de sel baskınlarında kaç bin köy yolunun kapandığı...
* * *
Hallaçların, nalbantların, semercilerin, telgrafçıların henüz kaybolmadığı dönemlerde; onların bir gün kaybolacağı da, yine kimsenin aklına gelmezdi.
* * *
İnsan kaç yaşından sonra başlıyor; denizlere mi, yoksa ormanlara mı daha tutkun olduğunu sezinlemeye ve yılda sadece 24 saat açan kaktüs çiçeklerinin tapılası güzelliğini görmeye?
* * *
“Ulan” sözcüğünün kökenini de merak eden olur mu 12-14-16 yaşlarında?
“Ulan” sözcüğünün kökeni, “oğlan” sözcüğünden bozulma.
Ve bir yığın da “oğlan” üstüne deyim; “şamar oğlanı”, “hamam oğlanı”, “iç oğlanı”...
“Cennet”in anlatımında dahi hurilerin yanında, “gılmanlar”, yani genç oğlanlar var.
* * *
Cinsel tacizlerdeki artmaya, her ne kadar eski-yeni nutukçuların nutuklarında hiç değinilmiyorsa da; gitgide ölümcül bir vebalaşmaya yönelen cinsel tacizleri de, bilimsel bir büyüteç altına almak gerekiyor.
* * *
Bizim toplumda, bir doğa yasası olan “dişi-erkek libidosu”; ne kadar sağlıklı bir denklem kurmakta?
Denklemde bir yamukluk varsa, hangi nedenlerden ötürü var?
Bu tür konular “tabu” konular olsa da; cinsel tacizlerle cinayetler kreşendo çekmekte...
* * *
40-50 yıl önce Fransa’da yapılan “sosyo-ekonomik” bir incelemede; kömür fiyatları arttığı zaman, “hayat kadınları”nda da bir artış görüldüğü ve fuhuş piyasasının canlandığı saptanmıştı.
* * *
Türkiye’nin hiç de şeffaf olmayan ekonomik iskeletine, bir de küresel ekonomik kriz eklendiğinde; acaba “dişi-erkek libidosu” arasındaki bozuk denklem, daha da ne kadar yamuklaşıyor ki; bu alandaki cinayetlerin yoğunlaşmasına kadar varıyor?
* * *
Politik ihtiraslarla kutuplaşmaları ve çatışmaları çok aşan bir sorun bu.
Neyse ki, politik bir yanıt peçeliyor hepsini:
- Milletimizin gücü, her sorunun üstesinden gelmeye kadirdir.
* * *
Uyutulmak mı, uyutulmaya karşı çıkmak mı, uyutulmuş olduğunun farkına bile varmadan yaşamak mı?
Hazine’den geçinmeli mesleksiz mevki sahipleri, “Atatürk ilke ve inkılapları doğrultusunda, çağdaş uygarlık düzeyine varmak” için, acaba hangisini yeğlerler?
* * *
“Uzay çağı” ise, biraz da eski zaman hallaçlarına benziyor; 50-60 yıl içinde sade pamuğunu değil, tozunu da havaya savuracağa benziyor morfinlenmiş Şark ülkelerinin.
* * *
Bendenizin ise sessiz ama somut mırıltısı hep aynı:
“Ordan oraya gitmek hayatın emri, İstanbul trafiği olmasaydı.”