Çetin Altan

Çetin Altan

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

***Vaktiyle sırtında entarisi, başında takkesiyle Kandilli'deki yalısının balkonunda nargile içen ak sakallı bir Osmanlı paşası; karpuz yüklü mavnasında ayağa kalkmış, akıntıya karşı kürek çekmeye çalışan bir kayıkçıya bakıyormuş...***Kanter içinde zorlandıkça zorlanıyormuş kayıkçı...Paşa ise, balkonuna kurulmuş, elinde her nefes çekişte tokurdayan nargilesinin marpucu; kayıkçıya bakıyormuş, akıntıyı geçebilecek mi diye...***Kayıkçı ayakta, karpuz yüklü mavnasında küreklere asıldıkça asılıyor, akıntıyı geçmek için zorlanıp duruyormuş. Ama bir türlü yalının önünden de, balkondaki paşanın bakışlarından da kurtulamıyormuş.***Elinde nargilesinin marpucuyla, kendisinin kanter içinde küreklere asılıp durmasını seyreden paşaya sonunda sinirlenmiş ve aşağıdan bağırmış yukarıya doğru:- Ne bakıyorsun öyle; nasıl olsa bir gün sen de öleceksin, ben de...Sandalcıya paşa yanıt vermiş:- Evet ama sen öyle yaşayarak öleceksin, ben de böyle yaşayarak...Keşke birbirlerini öldürüp duran Iraklı Araplara anlatabilseydik bu fıkrayı...***Kandilli iskelesinin çevresinde masalar... Masalarda ehli keyif müşterilerle, şen şakrak kahkahalı genç hanımlar...Havadan bir helikopterin de izlediği bir römorkör, su düzeyinde yüzdüğü için, ne olduğunu çözemediğimiz uzun bir şeyi ve ona bağlı burnu havaya kalkmış, kıç güvertesiz iki yarım tekneyi çekiyor...Garson dostlar da bize soruyor:- Acaba römorkör ne çekiyor öyle, diye...Havada sürekli tur atan helikopter...Ve şimdilerde turistleri gezdiren, eski zamanların görkemli saltanat kayığı...***Masada enfes bir yeşil salata, midye tava, küçük parmak boyunda gümüşbalıkları, sigara böreği, fava...Böyle bir masada, lezzetli bir yarenliğe dalmak... Hele hele Ahmet Altan'la, Mehmet Altan'ın da davetlisiysen...***Sanırım bazı Arap ülkelerindekiler gibi, hayatlarında bir kez olsun Boğaz keyfi tadamamış, sıcak iklim çocukları; kendilerine özgü cinsel yamukluklara da dolanınca, tümden psikopatlaşıp, birbirlerini öldürmeye başlıyorlar...Örneğin şu Zarkavi'ye baksanıza... Adam, yeryüzündeki etli şaraplı, kadınlı kahkahalı hayatların "cehennemlik, kefere cümbüşü" olduğuna inanmış ve kendi inancına göre tüm dünyayı, öldükten sonra ödüllenmeye layık bir biçimde yaşamaya zorlamak için, belalı bir seferberliğe girişmişti...Girişti de ne oldu; hayatında ne yanak yanağa bir dans edebildi eşiyle; ne de bir buket çiçek alabildi sevdiği kadına...***Bizdeki müze soygunları da, dillere destan oldu dünyada.Topkapı Sarayı'ndaki ünlü Kaşıkçı Elması'nın bile sahte olup olmadığı kuşkusu, dallandı budaklandı.Demek ki dağa taşa "Önce vatan" diye yazmak, yeterli bir güvence olamıyor müze soygunlarına karşı...Batman'ın sıcak gecelerinde, klima alacak olanağı bulunmayan ailelerin, damlarda yatarken yerlere düşerek sakatlanıp ölmelerine karşı da...***Neyse ki, müze soygunları için, Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç, beylik bir plağı döndürüp:- Bunlar münferit hadiseler, üstünde önemle duruyoruz. Müzelerimiz gibi çok önemli bir kurumu yıpratmayalım arkadaşlar, demedi.***Sevgili Pınar Selek de, 3 yıla yakın bir süre hapis yattıktan sonra beraat etti.İlkokullarda her sabah "Türküm, doğruyum, çalışkanım" andı içmek; demek yetmiyormuş "insan hakları"nın kullanılmış tuvalet kâğıdına çevrilmesine...Nasıl ki "Süngümü demir gibi ellerimle kavradım, şanlara zaferlere yürüdüm adım adım" manzumelerini ezberlemek de; yetmedi, ne okuma yazma özürlü olmaktan kurtulmaya, ne "gelişmiş" ülkeler arasında yer almaya...***En sıcak günlerde bile Kandilli kıyıları püfür püfür de; akşam saatlerinde Fenerbahçe Parkı'nın rıhtımları, kadınsız kahkahasız, erkek erkeğe kahveleri gibi mi?Şöyle Adalar'la Kalamış koyuna karşı masmavi Marmara'ya bakarak, bir kadeh soğuk beyaz şarap bizim Solmaz'la...***21. yüzyıl tam bir zevk-ü sefa yüzyılı olma doğrultusunda... Hele bir de mesleksiz genç yiğitler; kurtulabilseler, liderlik ve kahramanlık tutkularından...Ve kahramanlık yerine, reklam sektörü için yaratıcı olmayı deneseler...***Örneğin Cumhuriyet Bayramı törenlerine son kez silindir şapkayla katılmış olan politikacının kimliğini saptasalar ve onu, silindir şapkasının içinden tavşan çıkaran bir hokkabazla yarıştırsalar...Hokkabaz, başındaki silindir şapkayı eline alıp içinden tavşan çıkardığında; politikacı da başındaki silindir şapkayı eline alıp, içinden reklamı yapılan arabayı çıkarsa...Böyle bir reklam tutmaz mı tüm dünyada?..Sonra da Kandilli kıyılarında gümüşbalığı yeseler, Marmara kıyılarında beyaz şarap içseler...***Meğer ne kadar da zormuş kadınsız kahkahasız; köylü ağırlıklı, şeffaflık dışı ve bol hırsızlı yörelerde; buzlanmış beyinleri "uzay çağı" ile buluşturmak...En iyisi Ahmet'le Mehmet'e, Boğaz'ın Yahya Kemal'inden şiirler okumak:Şen kahkahalar yükseliyorken evinizden,Bendim geçen ey sevgili sandalla denizden.***Daha ne olsun ki, henüz pancar motoru da çalıştığına göre... c.altan@prizma.net.tr En sıcak günde bile Kandilli iskelesinin kıyıları püfür püfür esiyor. Bir yanda Boğaz'dan geçen uzun mu uzun dev tankerler, bir yanda Kandilli'nin hışımlı akıntısı...