Hiç merak etmediğin bir konuyu hafızlayarak, sınavlarda başarı sağlamaya uğraşmak; tam bir cehennem azabı...***Sınavlar, sınavlar, sınavlar... Üniversiteye giriş sınavları; fakültelerden birine kapağı attıktan sonra, sınıfları geçme sınavları; fakülteyi bitirip, son modaya göre kepleri havaya atabilme sınavları...Hepsi tamam da; ancak asıl sorun şu:- Ne olmak için, nereye varmak için?***Gençlerden daha önceki kuşakların da, bir ömür çaba harcadıkları değişik alanlar var; örneğin "tıp", örneğin "arkeoloji", örneğin "eczacılık", örneğin "hukuk", örneğin "gastronomi"...Bendenizin uzaktan gördüğüm kadarıyla; genç dostların merak edip sevdikleri ne bir meslek, ne bir bilim alanı var. Özlemleri, herhangi bir fakülteden bir diploma aldıktan sonra, rahat ve imrenilecek bir hayat yaşamak...***Rahat ve imrenilecek bir hayat yaşama özlemi...O zaman da, kimin rahat ve imrenilecek bir hayat yaşadığına inanılıyorsa; o modelin, hangi bedelleri ödeyerek o düzeye geldiği merak edilmemeli mi?Bendenizin yine uzaktan gördüğüm kadarıyla genç dostlar; TV şöhretleri dışında, biyografisini merak ederek örnek aldıkları pek bir kimse yok.Ve sınavları geçmek için bir zorlanma, bir zorlanma...***Lise sıralarındayken kim sever ki, ders çalışmayı...Biyoloji dersinde kelebeklerin, "gündüz kelebekleri, akşam kelebekleri, gece kelebekleri" diye 3'e ayrıldığını ezberleyeceksin de, ne olacak?***Yıllar ve yıllar sonra, benim öğrenciyken hiç merak etmediğim konuları; kimlerin merak edip de, o ders kitaplarını yazmış oldukları takılmıştı aklıma.O kitapları yazanlar, benim hiç merak etmediğim konuları neden merak etmişlerdi?Hepsi de salak mıydı onların; yoksa ben mi farkında değildim, kimin neyi neden merak ettiğinin?***Kimin neyi merak edip de, o alanda okul kitaplarına kadar geçen eserler verdiği sorusu, beynime kancalandığında; gördüm ki değişik alanlarda görkemli bahçeler yaratmış, altın beyinli insanlar da var...Onlar, yeryüzünden geçerken hayatı hak etmeye uğraşmış insanlardı ve incelemeye değer, anıtsal bir biyografileri vardı.***Üniversiteler, rahat ve imrenilecek bir hayat sürmenin asansörleri değil; çalışmayı sevdiğin bir alanda, görkemli bahçeler yaratmış altın beyinli insanlar dünyasının tadına varabilme sofrasıydı.Zaten o sofrayı paylaşmak da, o sofradan geçmek de; "kara bahtım, kör talihim" sızlanmalarına karşı, bir hayli sigortalıyordu hayatları...***Hukuk, özellikle de "kamu hukuku doktrinleri", bambaşka bir gözlük takar insanın gözlerine ve o gözlükle gerek Türkiye'ye, gerek yeryüzündeki 5 kıtaya baktığında; Fransız İhtilali'nden sonra ortaya çıkmış, bir yığın "şarlatanlık virüsü" görürsün...Ankara Hukuk Fakültesi'ndeki hocalarımdan biri de, evrensel hukuk bilginlerinden Ernst Eduard Hirsch'di. Fakülteyi bitirme sınavlarında bana özel olarak şu soruyu sormuştu:- Fatalizm ile determinizm arasındaki fark nedir?Şayet her iki kavram arasındaki fark, Türk kamuoyunun bilincinde de berraklaşmış olsaydı; politikada gerilimler yaratan bir yığın boş gaz tenekesi gürültüsü, kendiliğinden çok sesli çağdaş bir orkestranın çaldığı bir senfoniye dönüşürdü.***Her olayı, doğa üstü bir gücün iradesine bağlayarak, kaçınılmaz olarak "kader" diye açıklayan "fatalizm"...Ve gerek doğa olaylarını, gerek insan davranışlarını; gözlemler sonucu saptanmış bir "neden"e bağlayan ve hangi "neden"lerin, hangi "sonuç"ları yarattığını, deneylerden geçirerek doğal yasalarını formülleştiren "determinizm"...Örneğin "madenler ısıtılınca genişler" gibi, "su, sıfır derecede buza dönüşür" gibi; "köylü ağırlıklı toplumlar, savunma harcamalarını yüksek tuttuklarında, bireylerin yaşam kalitesini çağdaşlaştıramaz" gibi...***Yargıtay Onursal Başkanı, Doç. Dr. Sami Selçuk'un kulakları çınlasın; Ceza Hukuku'nun önemli ilkelerinden biri de "bir masumu haksız yere cezalandırmaktansa, bir suçluyu cezasız bırakmanın yeğlenmesi" gerektiğidir.Çünkü "hukuk"un amacı, toplumun ortak huzurunu güvence altında tutmaktır.Toplumun ortak huzurunu güvence altında tutma amacını taşıyan yasaları; çiğnemiş ve ortak huzuru bozmuş bir suçluyu cezalandırmak isterken; bir yanılgı sonucu, bir masum kişi cezalandırıldığında; yargı da toplumda kaygı ve güvensizlik yaratmış olur.***Bir cinayet davasında, hangisinin gerçek katil olduğu kanıtlanamamış 2 sanık varsa ve suçu da sürekli birbirlerinin üstüne atıyorlarsa...Yargıç, "bir masumu cezalandırmak yerine, bir suçluyu cezasız bırakmak yeğlenmelidir" ilkesi sonucu; her 2 sanığı da beraat ettirebilir.***Terör olaylarının yaygınlaşması nedeniyle kolluk kuvvetleri, kuşkulandıklarını diledikleri gibi gözaltına alıp sorguya çekmeye kalktıklarında, toplumun ortak huzurunu bizzat depremlemeye başlamış olmazlar mı?Ve akla şu soru gelmez mi:-"Yönetenler"le "yönetilenler"den oluşan bir devlette; kolluk kuvvetleri, öncelikle toplumun ortak huzurunu mu güvence altında tutmaktan sorumludurlar, yoksa öncelikle "yönetenler"in huzurunu mu?***Görünüşe bakılırsa bizde öncelikle "yönetenlerin" huzurunu güvence altında tutmak, toplumun ortak huzurunu güvence altında tutmaya ağır basmakta...AB'nin kapısında bekleyip durma süresi, boşuna bulmayacak 20 yılı...***Genç dostların sınavları... Rahat ve imrenilen bir hayat yaşamak umuduyla... Ve model sadece TV şöhretleri de değil, politik bir liderliğe de epey özeniliyor galiba...***Dileriz genç dostlar da, günün birinde "ne umduk, ne bulduk" demesinler... c.altan@prizma.net.tr Sınavları geçmek için, hiç merak etmedikleri konuları, örneğin "devletler hukukundaki değişimleri"; odalara kapanarak sabahlara kadar ezberlemeye çalışan genç yakınlarımın durumlarını gördükçe, doğrusu içim sızlıyor.