Geçenlerde kulağıma bir türkü çalındı, genç dostlardan biri mi mırıldanıyordu, yoksa TV’lerdeki saz heyetlerinden birinde, bir darbukacı, yahut bir “kemani” solist mi söylüyordu, tam kestiremiyorum; gözlerim daldı gitti.
Telgrafın tellerine kuşlar mı konar,
İnsan sevdiğine böyle mi yanar?..
Telgrafın tellerini arşınlamalı,
Yar üstüne yar seveni kurşunlamalı.
* * *
Ne Bağdat caddelerinde, ne Göztepe’nin sokaklarında telgraf direği filan yoktu.
Morse, Telgraf’la haberleşmeyi 1830’da ABD’de icat etmişti; postanelerde telgraf görevlileri, önlerindeki hafif kalkık ve yaylı “manipülatörü” altına vurarak harfleri nasıl yazacaktı?
Morse, bir de “bir nokta, bir çizgiyle” başlayan bir “Morse Alfabesi” icat etti.
* * *
Telgraf, son padişahlardan hangisi zamanında geldi bilmiyorum.
Aklım, İstanbul’daki postanelerden Zonguldak, Muğla, Kayseri, Urfa, Van, Hakkâri kentlerine kaç bin fincanlı telgraf direğiyle, kaç bin kilometrelik tel çekildiğine takıldı.
* * *
Telgraf direklerinin, yağmura çamura dayanıklı, sağlam araçlardan yapılması gerekiyordu. Tellerin tutturulduğu, milyonlarca da direk fincanı lazımdı. Direkler yerde yatarken, tellerin fincanlara takılması zordu. Önce direkler dikilecek, sonra da teknisyenler, özel merdivenlerle direklere çıkarak telleri gereceklerdi.
* * *
Acaba hiç telgraf çekmiş padişah var mıydı?
Varsa acaba o telgrafın metni neredeydi?
* * *
Cep telefonları ve bilgisayarlarla “iletişim”, çok daha kolay ve çabuk bugün.
20 yaş kuşağı arasında, telgraf çekmişlerin oranı, çok düşük olmalı...
Bendeniz de ilk telgrafı 1946’da, Galatasaray Lisesi’ni bitirdiğim ve diplomamı alacağımı öğrendiğim gün, Lisenin karşısındaki postaneden Ankara’ya babama çekmiştim: “Babacığım, Galatasaray Lisesi’ni bitirdim. Müjde.”
O da aynı Liseyi, 1917’de bitirmişti. Şimdi diploması, Ahmet Altan’ın dairesinin duvarında asılı.
* * *
İstanbul’da artık ne telgraf direkleri var, ne de telleri. Hepsi toprağın altına alındı.
Sanırım Anadolu’da hâlâ daha vardır.
* * *
Telgrafın toplumsal hayata da, edebiyata da, gazeteciliğe de etkisi, derinliğine oldu.
“Telgraf çiçeği” diye çiçek adı bile var.
* * *
Nazım Hikmet de, şöyle yazıyordu:
Gece gelen telgraf dört heceden ibaretti:
Vefat etti.
Dostlar girsin saflara,
Düşmanlar kına yaksın,
Gözyaşı göstermeden ağlayacaksın,
Gece gelen telgraflara.
* * *
İstanbul’da “Son telgraf”, Başkent’te de, “Ankara Telgraf” diye birer gazete çıkıyordu.
* * *
Elektrik 1740’ta İngiltere’de keşfedilmiş, Benjamin Franklin de 1730’larda ABD’de “paratoner”i icat etmişti.
“Paratoner” acaba ne zaman gelmişti İstanbul’a ve telefon kullanan ilk padişah kimdi acaba?
* * *
Neyse biz de, Çin’deki “Uzay füze rampaları” aracılığıyla, “Göktürk-2” gözetleme füzemizi gönderdik “uzay”a.
Ne mutlu bize.