Şöyle kafa ütülemeye kalkmadan; vatandaşlarda “ne kadar hukuk bilinci, o kadar hukuk”, türünden “zamazingo konular”a hiç bulaşmadan; ince gövdeli bir erik ağacının, kupkuru ve karmakarışık dallarından birinin ortacığında, açılıvermiş ufacık bembeyaz bir çiçek gibi, sürdürebilmek de kolay değil satırları...
* * *
Avrupa Ligi’nde Fener’in Fransa’da Lille’e 2-1 yenildiği, Galatasaray’ın da İspanya’da Atletico Madrid’le 1-1 berabere kaldığı sıralarda; Afrika’daki 7 milyon nüfuslu Nijer Cumhuriyeti’nde de, bir binbaşının öncülüğünde askeri bir darbe olmuş.
* * *
Olmuşsa olmuş.
Herhalde Nijer’li binbaşı; vatanını, milletini, devletini kurtarmak için, durumdan görev çıkarmak zorunda kaldı.
* * *
Oldum bittim “sevme”nin çeşitleri içinde; militerlerin en yeğlediği sevgi; vatan, millet, devlet sevgisi...
* * *
Gerçi siyasetçiler de aynı iddialardalar ama genellikle boruları militerler kadar ötmüyor.
Nijer de bunun son örneği.
* * *
Vatan aşkı, kadın aşkı, para aşkı, itibar aşkı, saltanat aşkı, meslek aşkı, huzur aşkı...
Say saya bildiğin kadar.
* * *
Ancak birbirinden değişik her aşkın da, kendine göre bir bedeli var.
* * *
Bir Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargıç, sanığa soruyor:
- Cinayetle suçlanıyorsun, ne diyeceksin?
* * *
Sanığın yanıtı:
- Sayın yargıç; onu çok seviyordum, deliler gibi seviyordum...
* * *
Yargıç:
- Tamam, tamam, malum hikâye, diyor; cinayet işlemek için bir mazeret değil bu. Seni 20 yıla mahkûm ediyorum.
* * *
Avukatı, sanığın kulağına doğru eğiliyor:
- Diyecek bir şey yok, diyor; aşk cinayetlerine hep aynı ceza verilir. Çok sevdiğin zaman 20 yıl yatıyorsun.
* * *
Vatanı her sevenin de heykeli dikilmiyor; bazısı da sehpada sallanıyor.
Rahmetli Turgut Özal da sık sık:
- Benim 2 gömleğim var, derdi; biri bayramlık, biri idamlık...
Özal’ın tekrarladığı söz, eski bir halk deyimiydi; pek demokratik olmasa da...
* * *
1687’de tahta çıkan Padişah II. Süleyman, o sırada 45 yaşındaydı.6 yaşından beri, her an ağabeyi Avcı IV. Mehmet tarafından boğdurulma korkusuyla yaşamıştı.
Şehzadeliğin ve saltanatın bedeli...
* * *
II. Süleyman tahta çıktığı zaman da, başına gelmedik kalmadı.
Babası Deli İbrahim ile ağabeyi Avcı Mehmet’i devirmiş olan Yeniçeriler; yine kazan kaldırmış, ayaklanmışlardı.
* * *
Osmanlı geleneğine göre tahta çıkan her yeni padişahın, Yeniçerilere dolgunca bir para, “ulufe” dağıtması gerekiyordu.
* * *
II. Süleyman ise, bu geleneğe uyamamış, Yeniçerilere hiçbir şey dağıtamamıştı.
Hazine tamtakırdı ve Padişah’ta metelik yoktu.
* * *
Kazan kaldıran Yeniçeri, İstanbul’u yağma etmekle tehdit ediyordu Saray’ı.
Sadrazam Siyavuş Paşa, Yeniçeri Ağası’na yalvar yakar oluyor, ama sözünü dinletemiyordu.
* * *
Sonunda Saray’daki değerli eşyadan 150 okka altınla, 800 okka gümüş eritilerek, para basıldı ve bunlar dağıtıldı.
* * *
Yeniçeriler az bulmuşlardı bu parayı. Ayaklanmayı sürdürüyorlardı.
* * *
Devletin önde gelen kişileri toplandılar. İstanbul’daki zenginlerin Saray’a yardım ederek, ayaklanmayı bastırmakta kendilerine yardımcı olmalarını karara bağladılar.
* * *
Yeniçeriler bu kararı duyunca:
- Padişah’ın zenginlerden bizim için para istemesine gerek yok. Biz gider alırız onlardan istediğimizi, dediler.
Ve bir yağma başladı İstanbul’da.
* * *
Bu arada Sadrazam Siyavuş Paşa’yı da linç ettiler; nesi var nesi yoksa, karıları kızları da dahil, hepsini talan ettiler.
* * *
Halk ne yapacağını şaşırmıştı.
Sonunda Sancak-ı Şerif altında toplanarak, zorbalarla sokak sokak, mahalle mahalle dövüşe girişti.
* * *
300 yılı aşkın bir süre önce, “kışla”, “cami” çatışmasından eski bir yaprak işte...
H H H
Afrika’daki Nijer’de askeri darbe yapan binbaşı, kim bilir nasıl yönetecek ülkesini ve kim bilir nelerle karşılaşacak?
Eriklerin çiçek açmaya başlayarak, baharın gelişini müjdelediği bir günde; bize ne, Nijer’den a canım...
* * *
Şair Eşref, vaktiyle siyasetçilerle bürokratlara kızmış ve şöyle bir mısra yazmıştı:
Asiyab-ı devleti (devlet dolabını) bir har (eşek) da olsa döndürür.
* * *
Neyzen Tevfik de onun mısraına bir “nazire” olarak, şöyle bir beyit oturtmuştu:
Öyle harlar koştular kim asiyab-ı devlete,
Birbirin çiğnemekten, dolab-ı devlet dönmüyor.
* * *
Herhalde o zamanlarda da erik ağaçlarının çiçek açması, ilkbaharın bir müjdesi sayılıyor ve insanlar seviniyordu.
* * *
Bugün de sevinmiyor muyuz? Bu kadarı da artık yetiyor bendenize.