Oturup baş başa yemek yemeyi, her zaman gerçekleştiremiyoruz Ahmetle de, Mehmetle de...Bendeniz, her ikisiyle de yeterince uğraşmayı beceremediğim için; ikisi de, başarılı olarak gelip geçmeyi daha rahat gerçekleştirdiler 50 yaşlarını...Kimbilir çocukluklarında, ilk gençliklerinde, evliliklerinde neler ve neler yaşayarak, ancak görünmeyen bir tılsımla biçimlendirebildiler kendiliklerinden hayatlarını...Aslını ararsanız, ne babalar tanır çocuklarını, ne de çocuklar babalarını... Tanıdıklarını sanırlar sadece...Ama Tuzlada, dost bir balıkçı lokantasında, baş başa bir öğle yemeğinde; aynı orkestranın iki kemancısı gibi, ortak kahkahaların ahengini paylaşmak... O, güzeldi işte...Ve Türkiye ikimize de, bir hayli akortsuz görünüyordu.***Bir ömür, bu akortsuzluğa uymak yerine; kendi uğraşlarımızın evrensel armonisine, elimizden geldiğince layık olmaya çabalamıştık.Şatafatlı yaşam görüntüleriyle; astığı astık, kestiği kestik cafcaflı makamlar, sanırım pek bir amaç olmamıştı bizler için...Yeni bir kitap, yeni bir yazı, eski bir piyesin yeniden sahnelenmesi; hele bir de, bunların başka dillerde yayımlanması; yetip de artmıştı, bizleri aynı orkestranın kemancıları olarak buluşturmaya; Türkiyenin ödettiği kahırlar, ayıp bir biçimde büyük olsa da...***Mehmetle, insanoğlunun pek de farkına varmadan doğayla kurmuş olduğu köprünün üç temel ayağını konuşuyorduk.1- Sanat.2- Felsefe.3- Bilim.***Sanatçı, salt bir sezgiyle, ya doğayla yarışıyor; ya mevcut koşullanmaların doğayla ters düşmesindeki aksaklıkları ortaya çıkarıyor; ya özlemini çektiği yepyeni yaşamların kurgusunu yapıyordu...Fotoğraftan önce portre ressamlığı, bir çeşit doğayla yarışmaydı. Ölümle kaybolacak çehre ve kişilikleri, tuvaller üstünde adeta ölümsüzleştiriyordu. Heykelci, bir bakıma bunu, üç boyutlu yapıyordu...Sanatın değişik aranışları da; örneğin soyutçuluk, örneğin gerçeküstücülük, örneğin simgeselcilik de, yine doğayla bir yarıştı...İnsan aklındaki yaratıcılığın boyutlarını kurcalıyordu ve farkına varmadan, "düşünce"ye de; "bilim"e de yeni ufuklar açıyordu.***Mevcut koşullanmaların doğayla ters düşmesindeki aksaklıklar; romanlarda, tiyatrolarda ortaya çıkıyordu. Örneğin savaşlardaki acılı anlamsızlıklar, örneğin aşklardaki anlamsız engellenmeler, örneğin inançlardaki garip tutarsızlıklar, örneğin politikadaki hergele dolandırıcılıkları...Ve bir de, özlenen yepyeni dünyalar; "Güneş sitesi", yahut "Aya yolculuk"...***Felfese, merak edilen bir konunun açıklanmasını; "a priori", yani deneyden geçmemiş bir varsayıma dayanarak "tümdengelim" yöntemiyle, mantıksal bir tutarlılık içinde açıklamaya çalışıyordu."Akıl, yahut düşünce nedir" sorusuna, felsefede aranan yanıtlar gibi...***Bilim, ise "a posteriori" yani, çeşitli laboratuvar gözlemleriyle yapılan saptamaların, ortak nedenselliğini bularak, bir doğa yasasını ortaya çıkarıyor ve o yasanın insan tarafından da kullanımına olanak sağlıyordu...Örneğin demir ısıtılınca genişliyordu, bakır da öyle, kurşun da öyle... Madenlerle ısı arasındaki ilişki bir doğa yasasını netleştiriyordu. Madenler ısıyla volüm büyütüyordu...Ve demiryollarını ufak aralıklarla döşemek gerekiyordu. Sıcaklarda bozulmasınlar diye...***Mehmetle, Türkçenin "soyut kavram" tanımlamasından yoksunluğunu konuşuyorduk. Örneğin "hukuk" gibi, örneğin "kurnazlık, zeka ve akıl" gibi, örneğin "başarı ve mutluluk" gibi, örneğin "sevmek ve beğenmek" gibi...Sanattan felsefeye; felsefeden bilime olan aktarmalar konusu da; hem evrensel, hem eğlenceli değerlendirmelerdi...Haziranda Marmara da güzeldi, gitgide süslenen yollar da, 26 yıl farkıyla aynı orkestranın iki kemanı olmak da...***Evde ise bir sürpriz bekliyordu bendenizi...Solmaz Kamuran, insanlık için umut kokan yazılarımdan yeni bir kitap hazırlayıp, adını da "Enseyi Karartmayın" koymuştu. Ve İnkılap Yayınevinin sevimli dostu Sema Diker, baskıdan yeni çıkmış kitapları getirmişti bir sürpriz olarak..."Yazı"ya layık olma çabalarının çilesi, özellikle Türkiyede büyüktü. Ama bazı ödülleri de vardı işte...Bendeniz için, yattan yalıdan, son model arabadan, cartcurt koltuklarından daha kutsal olan bilinmez ödülleri...***Kendimi tutamayıp, biraz fazlaca söz ettiğim için günlük özel bir yaşamdan, lütfen beni hoş görün...Ha bu arada tavan arasındaki depo da taşmış ve evin içi, küçük küçük göllerle tam bir rezalete dönmüştü. c.altan@prizma.net.tr Önceki gün bizim Mehmet Altanla, Tuzlada; henüz tutulmuş balıkların, kondukları sepette canlı canlı çırpındığı, dost bir balıkçı lokantasına gittik.