Deniz Bayramoğlu

Deniz Bayramoğlu

deniz.bayramoglu@kanald.com.tr

Tüm Yazıları

1993 yılında üniversite okumak için İstanbul’a geldiğimde akranlarıma kıyasla biraz daha şanslı bir durumdaydım. İki abim -benden bir hayli büyüktür yaşları- halihazırda İstanbul’da Maltepe’de yaşıyordu. Onların yanına yerleştim. Bir odam oldu. Birkaç ay Maltepe’den Avcılar’a servisle gidip geldim ama o kadar uzun bir mesafeyi her gün kat etmek çok zor olduğundan bir süre sonra KYK yurduna başvurdum.

Yine şanslıymışım ki hemen kabul bilgisi geldi ve üniversite birinci sınıfın ikinci dönemi yurtta kalmaya başladım. Pazartesi sabah Maltepe’den sırtımda temiz kıyafetlerimle yola çıkar, hafta içi yurtta kalır, cuma akşamı da yine Maltepe’ye dönerdim. Bu kez sırtımda kirli kıyafet çantası olurdu.

Haberin Devamı

Sonra yarı özel yurtlar, özel yurtlar, arkadaş evleri, birkaç kişinin birleşip tuttuğu ortak evler, vs. derken bir öğrencinin barınma meselesiyle ilgili ne varsa tecrübe ettim. Gece yurttan çıkma ve girme stratejileri geliştirmek, bu stratejiler işe yaramayıp sokakta kalınca, gidip evlendirme dairesinin koltuklarında yatmak ya da son 76T’yi kaçırdığımızda Gezi Parkı’nda sabahlamak gibi birtakım sıra dışı tecrübelerim de oldu.

Bir öğrenci için barınmada ilk adres yurtlar olmalı ama burada büyük bir problem var. Yurtların en büyük problemleri “olmayışları”. Mevcut durum itibarıyla var olan yurt sayısı öğrenciler için yeterli olmaktan çok uzakta. Çok az yurt var. Olanlardaki koşulları ise saymaya gönlüm elvermiyor.

İkinci seçenek ise birkaç öğrencinin birleşerek ev tutması. Orada da büyük bir sorun var: Ev sahipleri. Bizzat yaşadım diyorum ya...

Öğrenciyken kaldığım evlerden biri Aksaray, Horhor Hamamı Sokak’taydı. Önden bodrum, arkadan bahçe katı bir ev. Öne bakan odanın bırakın camını, pencere doğramaları bile yoktu. O yüzden pencereleri tahta çakarak kapatmıştık. İçeriden de oda kapısını çakarak o odaya girişi iptal etmiştik. Orada kaldığım birkaç ay boyunca o mühürlenmiş odayı sadece bir kez açtık. Süpürdük, içeri doluşan çer çöpü attık, yerlere bolca böcek-fare ilacı serpip, tekrar mühürledik. 

Haberin Devamı

Kapıdan girince ufak ve zifiri karanlık bir holü ve onun ardından yine penceresiz ve zifiri karanlık bir odası vardı evin. Bir iki adım sonra solda mutfak denen lavabolu bir oda, sağda ise tuvalet yer alıyordu. Banyo yoktu. Mutfakta zaman zaman çalışan ve hangi eskiciden aldığımızı bile hatırlamadığım mini bir buzdolabı ve elektrikli bir tencere ısıtıcısı dışında eşya yoktu. Belki bir iki bardak, çatal, kaşık... Uyduruk bir fırın vardı ama onu daha çok ısınmak için kullandığımızdan pek mutfakta durmazdı.

Bahçeye bakan tarafta ise döşemeleri çürük iki oda vardı. Odalardan birinin camı yoktu ve koli bandıyla üst üste yapıştırılmış gazete kâğıtlarıyla kapatmıştık o pencereyi. Tuvaletin kapısını hiç anlatmayayım çünkü o hiç yoktu. Bir yıkıntıdan söktüğümüz kapıyı oraya uydurmaya çalışmıştık. Olmamıştı tabii...

Demem o ki, barınma öğrenci için en büyük sorunlardan biri hatta birinci sıradaki problem. Bunu taşradan okumak için büyük şehre gelmiş birisi olarak çok net biliyorum. Çünkü yaşadım.

Haberin Devamı

Bugünlerde öğrencilerin barınma sorunu yeniden gündemde. Yani bu sorun hep vardı ama kiralardaki astronomik artışla birlikte yeniden gündeme geldi. Baştan söylemek lazım; sağlıklı, huzurlu ve güven içinde bir barınak herkesin en temel insan hakkıdır. Bir devletin birinci görevlerinden biri bunu tüm vatandaşlar için ama özellikle de öğrenciler gibi kesimler için ulaşılabilir hale getirmektir. Bu her bir vatandaşın hakkıdır ve en meşru talebi olarak yüksek sesle dile getirilmelidir.

Bunu niye söylediğimi de aktarayım: Öğrenciler barınma sorununa dikkat çekmek için eyleme başlayınca halk büyük bir yüce gönüllülükle onlara kapılarını açtı. Evlerinde barındırmak için çağrı yapanlar, müştemilatını ya da deposunu odaya çevirenler oldu. Bu kampanya yine birçok yardım kampanyasında olduğu gibi çığ gibi büyüdü. Çoğunluğu iyi insanlardan oluşan yardımsever bir toplumuz çünkü tüm devasa toplumsal sorunlarımıza rağmen hem de.

Ama bu konu toplumsal olarak daha başka ele alınmalı gibi geliyor bana. Çünkü hem temel bir insan hakkından bahsediyoruz hem de zaten bir sosyal devlet olarak devletimizin temel yükümlülüklerinden biri bu. Yani devlet öğrencinin barınma sorununu çözmek zorundadır. Vatandaş olarak bizim öncelikli görevimiz ise devletimizi bu sorumluluğunu yapmaya davet etmek, teşvik etmek ve hatta zorlamak olmalıdır. Her ay maaşımızdan cart diye kesilen ya da neredeyse her üç ayda bir çıkan kararnamelerle affa uğrayan dev şirketlerin vermesi gereken vergilerin de birinci adresi burasıdır.

Yine kendimden örnek vererek söyleyeyim; okulu bitirmeye yakın iyi bir işte çalışıp iyi para kazanıyordum bir öğrenci için. Büyük bir yayınevinin doğrudan satış ekibinde uzun bir zaman geçirmiş, bar müzisyenliği ile daha çok kazanmış ve aradaki birkaç kısa süreli işin ardından nihayet gazeteci olarak iş bulmuştum. Bu arada yani tüm bu git-gel,  hay huy içinde okulu da bir hayli uzatmıştım.

Neyse, nihai olarak kendime Avcılar’da okula yakın, kombili bir ev tuttum. Bir sürü eskici gezip keyfime göre de döşedim. Evin hiçbir eksiği kalmadı. Ve ben o evde yedi senede bitiremediğim okulu 1.5 dönemde bitirdim. Ve gördüm ki hele de İstanbul gibi bir kentte barınma problemi olmasaydı, ben bu okulu ve daha nice okulları çok daha erken ve çok daha başarılı bitirebilirdim. Kombi, özel oda, vs. demiyorum bakın! Sadece sağlıklı, güvenli ve huzurlu bir barınma alanından bahsediyorum. Bunu gençlere borçluyuz. Çünkü barınma haktır!