Ortadoğu yine diken üstünde. İsrail ve İran, yine karşılıklı açıklamalarla bölgedeki tansiyonu yükseltiyor. Zaten halihazırda, 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e yönelik saldırısından sonra iki ülke misillemelerle karşı karşıya geliyor. Tahran, Suriye ve Irak’ta İranlı komutanlara suikastlar düzenlenmesinden ya da İran destekli grupların askeri noktalarının hedef alınmasından İsrail’i sorumlu tutuyor. İsrail ise bölgede kendisine yönelik “vekil güçler” üzerinden yapılan her türlü saldırının kaynağının İran olduğunu söylüyor.
Peki 6 aydır birbirini açıklamalar üzerinden hedef alan iki ülke, bugün silahlarını doğrudan birbirine doğrultur mu? Yani İran İsrail’i ya da İsrail İran’ı füzeleriyle vurur mu? İsrail’e yakın duran ABD basını, istihbarat yetkililerine dayandırarak İran’ın İsrail’i vurmasının “an meselesi” olduğunu yazıyor ama bizler tarafların “henüz o kadar delirmediğini” düşünmek istiyoruz.
6 ayda değişenler
7 Ekim’den sonra
Daha önce “Havana Sendromu” diye bir şeyi duymamış olabilirsiniz. “Sendrom” kelimesinden de anlayacağınız üzere, hoş bir şeyden bahsetmiyoruz. Bu bir fizikî rahatsızlık.
Uykusuzluk, işitme ve hafıza kaybı, denge ve konsantrasyon bozuklukları gibi belirtileri var. Bizim yazımıza konu olmasının sebebi Havana Sendromu’nu yoğun olarak yaşayanların 2010’lu yılların ortalarında Küba’da görev yapan Amerikalı diplomat ve istihbaratçılar olması. Havana Sendromu, esasen bir istihbarat operasyonu gibi görünüyor.
Son olarak Rusya kökenli “The Insider”, “Alman Der Spiegel” dergisi ve Amerikan CBS kanalının yaptığı 5 yıllık bir gazetecilik çalışmasının sonuçları, konuyu yeniden gündeme taşıdı.
Bulgular veya iddialar, Rus askeri istihbarat teşkilatının ABD’li yetkilileri hedef almak için radyo frekanslarını bir tür ‘akustik silah’ olarak kullandığı yönünde. Kremlin kendisine yönelik iddiaları elbette reddediyor.
Konu bu kadar gündemdeyken radyo dalgalarının beyinde nasıl bir hasar yaratabildiğini Nörolog Prof.
Türkiye bir süredir seçim atmosferindeydi. Gündem de haliyle ağırlıklı olarak iç siyasete odaklıydı. Yarın 61 milyon 441 bin 882 seçmen sandığa gidip yerel yöneticileri belirleyecek. 1 Nisan itibariyle – seçimler sorunsuz geçer, özellikle de İstanbul’da geçen seçimde olduğu gibi uzatmalı bir süreç yaşanmazsa - artık iç siyasi gündem biraz olsun rahatlayacak ve dış politika gündemimize yeniden hızlı bir şekilde girecek.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim sonrası en dikkatle takip edilecek ziyareti, kuşkusuz Irak’a olacak. Nisan’da yapılması planlanan Bağdat ziyareti, Türkiye’nin Kuzey Irak’ta Pençe Kilit Operasyonları’nın son ayağı için hayati önemde olacak. Malûm, bir süredir Irak merkezi yönetimiyle PKK’ya karşı ortak operasyon için çabalar sürüyor. Erdoğan’ın ziyareti, olası bir operasyonun takvimlendirmesi açısından belirleyici olabilir.
Türkiye’nin Irak’ta PKK’ya karşı hamleleri sürerken, Avrupa’da Almanya,
Geçen haftaki yazımda “Bağdat PKK ‘ya karşı ortak mücadeleye hazır mı?” diye sormuş, yanıt olarak da “Irak Başbakanı Muhammed Şiya Es-Sudani istekli ama gücü yetmeyebilir” demiştim. Bağdat-Ankara, terör örgütü PKK’ya karşı “ortak harekât merkezi kurmak” için adımlar atıyor ama süreci zehirleyecek grupları da kontrol altında tutmak zorunda.
Bağdat’ın zorluğu, 2016’da ulusal güvenlik sistemine dahil etmek zorunda kaldığı Haşdi Şabi’nin farklı kollarını İran’a rağmen kendi tarafına çekebilmek. Türkiye’nin zorluğuysa hem Haşdi Şabi’nin hem Kürdistan Yurtseverler Birliği’nin (KYB) engellemelerini aşmak, üzerine bir de PKK’nın İran kolu PJAK tehdidini bertaraf etmek.
Haşdi Şabi karmaşası
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu hafta CNN Türk’e verdiği röportajda Haşdi Şabi’nin Türkiye-Irak arasındaki çabalara “olumlu” yaklaştığını ifade etti ama “Masada onların da olması önemli, ki hiçbir taraf haberdar değilim demesin”
Türkiye, terör örgütü PKK’nın Irak’ın kuzeyindeki varlığına karşı Bağdat yönetimine on yıllardır aynı mesajı veriyor: ‘‘Ya siz bitirin ya ortak şekilde bitirelim ya biz bitireceğiz.’’
Mesaj hiç değişmedi ancak Bağdat da “ortak operasyona” hiç yanaşmadı. Türkiye’nin 2019’da Pençe-Kilit operasyonlarına başlama sebebi de buydu. Bağdat’ın operasyonlara yanaşmamasının önündeki engel bazen “PKK Kuzey Irak Bölgesel yönetiminin sınırları içinde varlık gösterdiği için Bağdat-Erbil uyumsuzluğuydu”, bazen de “Kuzey Irak Bölgesel yönetimini elinde tutan Kürt grup KDP’nin (Kürdistan Demokratik Partisi) bir diğer Kürt grup Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ile ters düşme endişesiydi”; ancak çoğu zaman da İran yönetiminin Bağdat üzerindeki nüfûzuydu.
Peki yıllarca ortak operasyona yanaşmayan Bağdat, bugün ne oldu da Türkiye ile iş birliği için masaya oturuyor? 19 Aralık’ta Irak Dışişleri, neden savunma ve
ABD’de “Cumhuriyetçi ve Demokrat Parti’nin başkan adaylarını belirleyecek delegelerin netleşmesi” anlamına geldiği için hayati önemde olan “Süper Salı” geride kaldı. Çıkan sonuçlar da ortaya koydu ki, eski ABD Başkanı Donald Trump geri dönüyor. Bu aşamada herkesin aklında iki soru var:
1- Trump seçimi kazanabilecek mi?
2- Seçimi kazanırsa dünyayı ne bekliyor?
ABD’deki kamuoyu yoklamalarına bakılırsa, Joe Biden’a rakip olan eski Başkanı Trump, 2020’nin rövanşını alabilecek gibi görünüyor. İkinci sorunun cevabına gelince, orası biraz karışık. Bugün küresel siyasette pek çok gelişmenin akıbeti, ABD’deki yeni yönetime endekslenmiş durumda. Örneğin Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna ile savaşında bir sonraki hamlesinin hesabını kuvvetle muhtemel Trump’ın Beyaz Saray’a dönüş ihtimaline göre yapıyor. Siyasi ömrünü uzatabildiği kadar uzatma çabasında olan İsrail Başbakanı Benyamin Nethanyahu da benzer beklentiler içinde. Ancak Trump’ın
Ramazan ayında Gazze’de saldırılarının durdurulması için bir ateşkes umudu varken, Katar’ın arabuluculuğunda bir taslak üzerinde çalışıldığı bir dönemde, İsrail, yardım sırasında bekleyen Filistinlilere ateş açtı. Sahada vahşet sürerken, bu hafta Lahey’de Uluslararası Adalet Divanı’nda “İsrail’in Filistin işgaline ilişkin” lehte ve aleyhte sunumlar yapıldı.
Şöyle özetleyelim, Divan’da iki süreç birden ilerliyor. İlki Güney Afrika Cumhuriyeti’nin açtığı ve geçtiğimiz günlerde ihtiyati tedbir kararlarının verildiği ‘soykırım sözleşmesinin ihlâl edilip edilmediğiyle’ ilgili dava süreci. İkincisi ise Birlemiş Milletler Genel Kurulu’nun Divan’a yönelttiği iki soru üzerinden yürüyen süreç. Bu iki soru şuydu:
1- İsrail’in işgali sürdürmesinin hukuki sonuçları nelerdir?
2- İsrail’in uygulamalarının, devletler için doğurduğu hukuki sonuçlar nelerdir?
Aralarında Türkiye’nin de olduğu 52 ülke, bu iki soruya cevap içeren
“Pakistan seçimini hapishanedeki eski Başbakan İmran Han kazandı.”
Haber bu haliyle pek ilgi çekici değil ancak daha ilginç yapan, hapishanedeki İmran Han’ın bu seçimi “yapay zekâ” imkanlarıyla kazanması. Fikir, Han’ın partisi Pakistan Adalet Hareketi’nin sosyal medya işlerini yöneten Jibran İlyas’a aitti. Ben de İlyas’ı bulup, hikâyenin önünü arkasını anlatmasını istedim. Jibran İlyas dünyanın çeşitli üniversitelerinde dersler veren bir siber güvenlik uzmanı. 12 yıldır da Han’ın partisi için çalışıyor. Anlattıklarından çıkarttığım şu: Seçim başarısı, yapay zekâ teknolojisiyle, ülkenin siyasi ve sosyolojik yapısına dair analizlerin bir araya getirilmesi sayesinde gelmiş. İlyas, özellikle bir noktanın altını çiziyor: “İmran Han’ın bir hikâyesi olmasaydı, sadece yapay zekâ üzerine kurulmuş bir kampanya seçimi kazanmaya yetmezdi. Önce bir hikâyeniz olacak.” İmran Han’ın hikâyesini daha iyi anlamak için, Pakistan’daki