Deniz Sipahi

Deniz Sipahi

dsipahi@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Üç yıl öncesine gittim.                   Kordon’dayız. Yemeğe otururken, günlük güneşlik olan hava hiç beklemediğimiz bir anda yağmura dönüştü.
“Bahar yağmurları böyle olur” dedik birbirimize...
Çok da güzel olmuştu aslında...
Kısa bir yağmur ve ardından hemen kendini hissettiren güneş...
İzmir yine çok güzeldi.
Körfez, şehir vapurları...
Kordon’dan bir başka gözüken Karşıyaka...
Bu kentte olmanın ayrıcalıklarını, eski günleri, hatıraları konuştuk.
İzmir’i İzmir yapan insanları yeniden hatırladık.
Bazılarının kulaklarını çınlattık, aramızdan ayrılanlara rahmet okuduk.
Biraz da gazeteci dedikodusu yaptık.
Ne var, ne yok...
Kim ne yapıyor şu aralar gibi...
* * *
Yağmur sonrası bir gökkuşağı belirdi.
Etkileyici...
Masmavi gökyüzü, karşımızda gökkuşağı...
İsmail Ağabey (Sivri); “Sana minik bir çocuk hikayesi anlatayım” dedi.
Gökkuşağının renkleri birbiriyle konuşuyor.
Yeşil, kendisini çok önemsiyor.
Mavi, hem gökyüzünün, hem denizlerin rengi olduğunu söylüyor.
Sarı, güneşin gücü olduğunu iddia ediyor.
Turuncu ve kırmızı itiraz ediyor.
Sonunda müthiş dersler...
Önemli nasihatlar...
Döndüm ve dedim ki...
“Fransızlar gökkuşağını cennet ile dünya arasındaki bir köprü olarak görür. Ve en önemlisi umudun sembolüdür...”
Çok hoşuna gitti.
Devam ettim.
“Sen de öylesin İsmail ağabey, gökkuşağı gibi... İnsanlar arasında bir köprüsün...”
* * *
Her insanda değişik şekillere bürünen bir enerji realitesi vardır.
Yani aurası...
İsmail Sivri’nin aurası farklıydı.
Enerjisi bambaşkaydı.
Gökkuşağını renkleri gibi auranın da renkleri vardı.
Kırmızı, tutkuydu. Turuncu, iddia... Sarı, zeka... Yeşil, tedavi edebilen...
Mavi, yaratıcı... Mor, olgun... Beyaz, gerçekçi... Gümüş, iletişim uzmanı...
* * *
İsmail Sivri böyle bir adamdı.
Gökkuşağının ucunda...
Ve cennette...