Derya Sazak

Derya Sazak

Tüm Yazıları

Derya SAZAK

BAŞBAKAN Mesut Yılmaz, Viyana’da görüştüğü gazetecilere "Bu kış zor geçecek" demiş.
Görünen köy kılavuz istemez.
Türkiye, 1998 yılına, dağ gibi birikmiş sorunların ezici yükü altında giriyor.
Siyaset, ekonomi ve dış ilişkilerdeki kararlar zinciri hükümetle birlikte ülkenin geleceğini de etkileyecek önemdedir.
Ankara’da çok önemli iki gündem maddesi var:
İçerde, Refah Partisi’yle ilgili kapatma davasının sonucu...
Dışarda, Türkiye’nin AB trenindeki yeri belli olacak.
Batı rüzgarı, son haftalarda yeniden aleyhte esmeye başladı.
Fransa’ya giden Kohl’ün, Chirac’ın tüm ısrarına rağmen, Türkiye’nin "Avrupa Konferans"ına eşit statüde katılmasına yeşil ışık yakmadığı bildiriliyor.
İnsan hakları ihlalleri, Güneydoğu ve ekonomik göstergelerdeki bozulma (yüksek enflasyon, işsizlik, gelir dağılımındaki eşitsizlik...) Kıbrıs ve Ege’deki sorunlar, Türkiye’nin karşısına ciddi engeller şeklinde çıkarılmaya başlandı.
Gümrük Birliği sürecindeki güneşli hava hissedilir biçimde bulutlandı ve giderek kapanıyor.
1995 seçimlerinden sonraki siyasi dönemin hatalarının yanı sıra, son olarak Eşber Yağmurdereli olayında yaşandığı şekliyle "kör gözüm parmağına" dercesine yapılan yanlışlar da, Türkiye’nin AB serüvenini sonu gelmeyecek bir yolculuğa dönüştürüyor.
Oysa Çiller, 1995 seçimlerinde radikal İslam karşıtlığı üzerine kurduğu stratejisini 180 derece tersine çevirip Refahyol’la hükümet kurmasaydı manzara çok farklı olabilirdi.
Geçen bir yıl boyunca Türkiye, Batı’nın gözünde, siyasal İslamın etkisindeki bir ülke konumuna sürüklenirken, bundan kurtulmaya dönük "demokratik tepki"ler de, sivil inisiyatiflerden çok, askerin yönlendirdiği girişimler olarak yorumlandı.
Haksız da olsa, bu görüntünün algılanış biçimine son örnek, "Milli Siyaset Belgesi" tartışmalarıdır.
Benzeri, 1992 yılında DYP - SHP koalisyonunda yayınlanan ve altında Demirel’in imzası olan "belge" o günlerde "demokrasiden sapma" olarak görülmüyordu. Çünkü, Demirel - İnönü koalisyonu, uzun iktidar döneminden yorgun düşmüş, Özal’a tepki olarak, seçimle işbaşına gelmişti.
Refahyol’un gidişi ise, parlamento zemininde oldu.
Çiller, meydanlarda aksini savunmaya çalışsa da, sonuçta Erbakan’ın başbakanlıktan istifası, Refah Partisi’nin kararıyla olmuştur.
Meclis, Anasol - D alternatifini çıkarınca, CHP’nin de "dışardan" desteğini alan hükümet değişiklişi, Türkiye’yi rahatlatmıştır.
Yaz başındaki ortamı unutmayalım.
Rejimin sarkacı, "şeriat mı, darbe mi?" arasında gidip gelirken, hava bugünkünden kapalı değildi.
Buna rağmen aradan geçen 4 - 5 ayda birikmiş sorunlar ve toplumun güncel beklentileri ön plana geçmeye başladı.
Pahalılık can yakıyor.
Enflasyon yüzde 93 oldu.
Akaryakıt zamları, ortadireği doğrudan etkiliyor.
Ekmek fiyatları kent varoşlarındaki yoksul kitleyi perişan ediyor.
Buna karşılık, hükümet 1998’de "kemer sıkma" politikası uygulamaya çalışacak.
Enflasyonun yüzde 50’ye düşürülmesi için hükümetin başka çaresi kalmadı!
Başbakan Yılmaz, "Kış zor geçecek" derken bunları, kastediyor, olmalı...
Marta kadar geçecek süre, Türkiye’nin 2000’li yıllardaki yönetim anlayışının ipuçlarını verecek önemdedir.
Çözüm bulma sorumluluğu öncelikle hükümetin omuzlarında olmasına karşılık, parlamentoya da tarihi bir sorumluluk düştüğünü belirtmeliyiz.
Vatandaş, Meclis’ten çok şey bekliyor.
"Temiz toplum"a giden yol, parlamentodan geçecek. Çetelerle başetme, ahlaki çöküntüye yol açan değerleri onarma, yolsuzluklarla mücadele etme görevi, yürütmenin olduğu kadar, yargının ve yasamanındır.
Meclis, ise pekala dokunulmazlıkların kaldırılmasından başlayabilir.
Parlamentoya duyulan güven arttıkça, iktidarın içerdeki ve dışardaki görünümü de olumlu yönde değişecektir.
1998 mali yılı bütçe hazırlıklarını da bir fırsat olarak değerlendiriyoruz.
Yeni yıla yeni umutlarla girebilmeliyiz.



Yazara EmailD.Sazak@milliyet.com.tr