ÖCALAN'ın Roma'da tutuklanması karşısında Türkiye'nin ulusal öncelikleri, gensoru gibi hükümetin düşmesiyle sonuçlanması olası bir önergenin "askıya alınmasını" gerektirmez mi?
Kabul etmeliyiz ki, Apo olayı ülke gündeminde yeni bir milat yaratmıştır.
Ancak, bu "şok" gelişmeden hemen önce Çakıcı - Yiğit kasetleri nedeniyle gensoru düğmesine basılması da, zamanlaması ne ölçüde tartışılır olsa da, bir başka siyasi gerçektir.
Kamuoyunda şimdi bu ikilinin yol açtığı bir tereddüt gözlenmektedir.
Sokaktaki vatandaşın nabzının nasıl attığını hissedebiliyoruz.
Kuşkusuz, Başbakan ve bakanları, kamu ihalelerine mafyanın gölgesinin düşmesi karşısında kusurludur ancak böyle bir zamanda sonrası belli olmayan bir hükümet krizine sürüklenilmesi de sakıncalıdır.
Bu kaygının önemli bir nedeni de, Demirel'in bir "seçim hükümeti" kurmadan önce, Anayasa gereği, denemekle yükümlü olduğu 45 günlük süreden kaynaklanmaktadır.
116'ncı maddeye göre, hükümetin güvensizlik oyuyla düşürüldüğü durumda, 45 gün içinde güvenoyu alacak bir iktidar oluşturamazsa Cumhurbaşkanı, ülkeyi seçime götürmekle yükümlü bir hükümet kurabilmektedir.
Burada, Cumuhurbaşkanı'nın kullanacağı "yetki" önemlidir. Anayasa, Cumhurbaşkanı'na Başbakan atama yetkisi tanımıştır.
Dolayısıyla Demirel'in liderlerle görüşerek, zaten Nisan'da genel seçim kararı almış parlamentoda "nafile turlar" yapmadan hükümet kuracak bir başbakan tayini mümkündür.
Ancak, Cumhurbaşkanı bu süreci işletirken Anayasa'yı zorlamak istemez ve doğal olarak liderlerin konsensüsünü arar.
O aşamada, anahtar parti Fazilet'tir.
Eğer Fazilet Partisi, Recai Kutan hükümeti kurmakla görevlendirilse bile DYP dışındaki büyük partilerin desteğini alamayacağı gerçeğinden hareketle ülkeyi seçime götürecek bir oluşumda yer alırsa, 45 günlük "boşluk" kalkmış olur.
Özetle...
İstenirse Türkiye, hukuki ve siyasi gerekçelerinden çok, "zamanlaması" açısından tartışmalı bir hükümet sorununu daha büyük bir "kriz"e dönüşmeden atlatabilir.
Tabii, bu yıl ekonomideki "global kriz"in dünyadaki etkilerinin, 1999'da Türkiye'ye olumsuz dalgalar taşıyacağını da hesaba katmak gerekiyor.
Peki, Türkiye'nin ulusal öncelikleri ile "siyasi" sorunları arasındaki bu "alabora"dan çıkışın başka yolları yok mu?
Örneğin; nasıl olsa yıl sonunda "istifa"ya hazırlanan Başbakan'ın yerine, Ecevit başkanlığındaki hükümetle daha güvenilir bir seçenek oluşturulamaz mı?
Yılmaz yerine Ecevit'in başkanlığı, CHP'yi de güvenoyu konusunda hayli sıkıştırabilir ama Refahyol dönemindeki Erbakan - Çiller değişikliği gibi bir formül de "havada ikmal" anlamını taşıyacağı için, olabilirliği hayli düşüktür.
Demirel işte bu noktada Anayasa'yı zorlamaz.
Akla daha yatkın bir formül ise, Meclis Başkanı'nın "Başbakan" olarak atanacağı ve liderlerin katılmayacağı bir "partiler koalisyonu"ndan çok "seçim hükümeti" nitelemesine uygun bir modelle 18 Nisan'da sandık başına gidilmesidir.
Liderler, Cumhurbaşkanı'na bu konuda güçlük çıkarmazlarsa, Çetin ya da benzer niteliklere sahip "tarafsız" bir milletvekili başkanlığında bu model uygulanırsa hükümet düşse bile, Türkiye yenisini kurmak için boşuna zaman ve kan kaybetmiş olur.
Evet, gözler artık 26 Kasım'da oylanacak hükümetin kaderine çevrilmiş durumda.
Kamuoyunun Çakıcı skandalına rağmen, bu aşamada "hükümetin düşürülmesine değer mi?" sorgulaması yaptığı ortamda, günün sorusunu Baykal'a yönelttik:
CHP, haklı gerekçelerle desteğini çekse bile, gensoruyu askıya alıp hükümete bir şans tanıyamaz mı?
Gördük ki, Baykal o defteri çoktan kapatmış. Diyor ki, "Kardak krizi çıktığında Türkiye seçimden çıkmıştı ama yeni hükümet kurulmamıştı. Yunanistan'la neredeyse savaşın eşiğine gelindi ama Türkiye'nin bu gibi hallerde ulusal politikası değişmez. Bu hükümet gensoruyla düşse, yenisi kuruluncaya kadar Yılmaz başbakan, Ecevit başbakan yardımcısı, Cem dışişleri bakanı olarak kalmayacak mı? Hiçbir endişeniz olmasın, kriz fazla yaşanmadan seçime gidilir."
Baykal, Demirel'in atayacağı Bakanlar Kurulu listesinin güvenoyu alamaması halinde bile, şu esaslar çerçevesinde Türkiye'yi yönetebileceğine inanıyor: Mafya ve çetelere bulaşmayan bir anlayışla yolsuzlukla mücadele, laik Cumhuriyet'e sadakat ve ekonomik dengeleri sarsmayacak bir politika...
Bakalım, üç partiye dayalı hükümetin "güvensizlik" oyuyla düşürüldüğü bir ortamda, seçime giden parlamento bir konsensüs sağlayabilecek mi?
Türkiye'nin bu uzlaşmaya ihtiyacı bugün yoksa, ne zaman olacak?
Yazara E-Posta: d.sazak@milliyet.com.tr
Özay Şendir
Futbolcu transferi değil terörsüz Türkiye
6 Temmuz 2025
Abbas Güçlü
Üniversite tercihi ve mezuna kalmak?
6 Temmuz 2025
Zeynep Aktaş
Bankalar atağa geçti endeks pozitife döndü
6 Temmuz 2025
Ali Eyüboğlu
Şehirde festival ve cezaevinde konser
6 Temmuz 2025
Güldener Sonumut
Almanya’nın sıra dışı nükleer hevesi
6 Temmuz 2025