08.11.1998 - 00:00 | Son Güncellenme:
Umur Talu
PARİS
Avrupa Komisyonu'nun son Türkiye Raporu'nun tam üstüne, sıcak sıcak, bir "Türkiye - Avrupa" toplantısı denk geldi.
Başta Paris 1 - Sorbonne olmak üzere, çeşitli Fransız üniversiteleri ile Galatasaray Üniversitesi'nin düzenlediği tebliğli, tartışmalı toplantı iki gün boyunca Sorbonne'un Büyük Salon'unu doldurdu.
Türkiye'nin Batı'ya dönük, Avrupa ile (iyi - kötü) yakın ilişkilerle bezenmiş tarihinden, Ankara anlaşmasına oradan da bugüne çeşitli bakış açılarıyla bir yolculuk.
...
Ortada bazen körlerin fil tarifine benzer şekilde, herkesin durduğu yere göre varolanı tanımladığı ve beklentilerini sıraladığı karmaşık bir durum varolsa da, bir "fil"in bulunduğu kesin.
Avrupa ile tarihi - kültürel - ekonomik - kurumsal - siyasal açılardan epeyce, hatta kriterine göre bir çok adaydan da fazla içiçe geçmiş bir ülke var bir yandan... Bir yandan da yine aynı açılardan arada epeyce mesafe, hatta zaman içinde açılmış bir mesafe var.
"Türkiye bir demokrasi değildir" diyene "Hayır, demokrasidir" demeniz ve gerekçeler bulmanız da mümkün, "Türkiye bir demokrasidir" diyene "Hayır değildir" cevabını verip gerekçeler sunmanız da mümkün.
Ekonomiden hukuka, devlet yapısından basın özgürlüğüne, her bir genel yahut özel maddede, bu "evet - hayır" oyununu oynayabilir ve yargınızı destekleyen somut veriler de bulabilirsiniz.
Şunu söylemek istiyorum:
Burada da, tarihsel perspektiften hukuk normlarına, insan hakları meselesinden Avrupa'daki Türklere, Türklerin Avrupa anlayışından Avrupalıların Türklere ilişkin önyargılarına, kimlik, vatandaşlık, laiklik, İslam gibi konulara yayılan konuşma ve tartışmalar da ortaya çıkardı ki...
Türkiye'yi ve Avrupa karşısındaki, yanındaki konumunu, kimi zaman önyargılarla veya savunma refleksleriyle bezenmiş hap gibi mutlak ifadelerle, yargılarla tanımlamak mümkün değil.
Karşılıklı ilişkileri tek bir haklı yahut haksızı bulmaya dönük yorumlamanız mümkün değil.
...
Bu karmaşıklığın önemli bir nedeni de kuşkusuz Türkiye'nin "ne deve, ne kuş" veya "hem deve, hem kuş" denilebilcek yapısı. (Tabii aynı şey, Avrupa'nın tavırları için de söylenebilir, ama bizim açımızdan öncelik taşıyan bu.)
Nitekim bu karmaşık ve iç çelişkilerle dolu yapı, bir "olumlu - olumsuz" tasnifi şeklinde son Komisyon Raporu'na yansımış durumda.
Kaba ve ortalama ekonomik verilerle "geri, yoksul" bir ülke konumunu bir yana bırakırsak, siyasi - idari yapısıyla, ulusal ve uluslararası hukuk çerçevesiyle pekala önemli oranda "Avrupa ölçüleri"ni benimsemiş bir ülke sözkonusu.
Benimsemiş...
Ama dönüp kendi hayatlarımıza baktığımızda...
Başımızdan geçenleri, başımıza gelenleri, her gün fiilen teneffüs ettiğimiz havayı dikkate aldığımızda...
Saygılı, özenli, kaligrafik bir yazıyla süslenmiş bir zarfın içini açtığımızda, kargacık burgacık, hoyrat, kaba saba, başı sonu belirsiz, tutarsız, can sıkan ve can yakan bir mazruf ile başbaşa kalıyoruz.
Böyle bir mektubunun mesela "Avrupa" gibi bir adrese ulaşmasını beklemeniz de abes; ama her şeyden önce, içini hergün okuyan, hergün yaşayan, hergün soluyan 63 milyon insanla ortalama huzura ve mutluluğa sahip bir ülke olmanız da imkansız.
Asıl olan da bu.
Asıl olan, sınıf geçmek, ödev yapmak, not almak, şirinleşmek, şefkat görmek, sırtı sıvazlanmak filan değil, kendimizin ne olmak ve nasıl yaşamak istediği.
Şu "deve - kuş" halimizden hoşnutsanız, mesele yok tabii!