Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

       EDİRNE olayı Türkiye'nin battığını gösteriyor.
Edirne skandalının yaşanabildiği bir ülkede ne Susurluk çözümlenir, ne Yeşil bulunur, ne de mafya önlenebilir.
Edirne olayı en üst düzeyde istifalara mecbur eden bir olay olarak tepki görmedikçe Türkiye düze çıkmaz, çıkamaz.
Cinayetten 20 yıla mahkum bir kişi bir yıl sonra iyi halden açık cezaevine çıkartılıyor.
20 yıllık mahkumun bir yılda iyi haline hüküm veren bu aklı evvel kim?
Çeşitli mahkumlar, otelde altı oda tutuyor, cezaevi yerine otelin lüks odalarında yaşıyor.
Bu da gösteriyor ki bu bir günlük, adi bir firar olayı değil.
Bunda mahkumların kabahati yok. İmkan verilirse kim olsa, hangi mahkum olsa aynı şeyi yapar. Aksi, insan tabiatına aykırıdır. O nedenle mahkumlara kızmak, kınamak boşuna olur.
Cezaevindekilere her ne karşılığındaysa, bu imkanı sağlayanlar nerede, önemli olan olanlar...
"Çık git ben görmedim, ama yakalanırsan firarını veririm" anlayışı ne karşılığı işliyor?
Bu olay basit bir firar olayı gibi gösterilmez. Bu bir sembol olaydır. Türkiye'de hak, hukuk, adalet yoksunluğunun göstergesi, ispatı, sembolü bir olay. Ve bu nedenle çok çok çok önemli bir olay...
Ama bunların, bu ihtimallerin, bu varsayımların hepsi teferruat.
Bu olayda objektif sorumluluk sahibi olanlar istifa ettirilmeyecekse, olayın tüm sorumluları işlerine hemen son verdirilip tutuklanmayacaksa ve gerçekler ortaya çıkartılmayacaksa...
Başta dediğimiz gibi:
Türkiye batmış.

M. Ali Birand'ın çeşitli üniversitelerdeki "soru - cevap" programlarının hepsini izledim.
Üniversite gençliğinin, hiç olmazsa bir açıdan durumunu öğrenmek için odamın içine kadar gelmiş bundan iyi bir fırsat olamazdı.
O fırsatı kaçırmamak da her şeyden önce bir medya mensubu olarak bizim görevimiz.
M. Ali'nin son programı Yıldız Teknik Üniversitesi'ndeydi.
O programı seyrettim. Program ikinci kez verildi, tekrarlandı, onu da izledim.
Mehmet Ali Birand diğer üniversitelere siyaset adamlarını, politikacıları, bakanları ağırlıklı olarak çağırmıştı. Bunların dışındaki kişiler araya serpiştirilmişti.
Ama nedense Yıldız Teknik Üniversitesi üçte iki sanatçıydı. Hem de iki hanım sanatçı. Hem de her şeyleriyle gündemdeki hatta biraz da fazla gündemdeki iki sanatçı.
Ama bunları o üniversite misafir diye kabul ettiğine göre, her şeyden önce misafire yapılması gereken muamele yapılmalıydı.
Oysa özellikle Hülya Avşar'ın bir dayak yemediği kaldı.
Ben bu tutumu öğrencilere yakıştıramadım.
Sertliği de aşan, kavga havasını Hülya Avşar'ın başlattığını söylemek insafsızlık olur.
Bu köşede Hülya Avşar'ı başka nedenlerle birkaç kez eleştirmiş olma tarafsızlığıyla, objektiflikle bunları rahatça söyleyebiliyorum.
Bu sözleri genç öğrenci kardeşlerime uyarıcı olacağını düşündüğüm için ifade ediyorum.
* * *
HER sorunun başında ideolojik bir slogan atmak, zamanı ve zemini karıştırmak, antipatik olmak anlamı taşımaz mı?
Yazılı soruları okurken bile bol bol dil sürçmeleri yapmak, tekrar tekrar okuma zorunda kalmak, teklemek üniversite öğrencisine yakışır mı?
Önceden hazırlanmış soruları bile, basit bir emek gösterip iyi inceleme yapmadan sunmak yüksek tahsil gencine yakışır mı?
Örneğin 1991'de bakanlıktan ayrılmış İmren Aykut'u 1995'te bakan olarak yaptıkları (!) nedeniyle fırçalamak mazur görülebilir bir hata mı?
Hülya Avşar'a yöneltilen şu soruların bir bölümüne bakın:
Kendini sanatçı sayıyor musun? Topluma bir şey kattığına inanıyor musun? Normal yaşantınızdaki gibi cinsel yaşantınızda da doymayan bir sanatçı mısınız? Yaptıklarınızdan vicdanınız rahat mı? Türkiye sizden yoksun kalsaydı ne kaybederdi? TV programında erkeklerle neden cilveleşiyorsun?
İncir çekirdeğini doldurmayan, küçültücü, içeriksiz, kolay sorular... Ve bir de onların soruluş tarzındaki hakaret kokusu var ki...
Bunların birkaçı ciddi sorular arasına serpiştirilmiş olsa haydi neyse.
O üniversite tarafından bu derece beğenilmediği anlaşılan bir sanatçıyı, salona gelmemek yoluyla protesto etmek belki de daha anlamlı, daha ciddi bir eleştiri şekli olurdu.




Yazara E-Posta: D.Heper@milliyet.com.tr