Ben hep, Erdoğan 74 milyonu memnun etsin, diyorum.
Madem yüzde 50 - 52 insanımızdan oy alıyor öyleyse diğer yüzde 50’yi de kendine çeksin olmaz mı, diye yazıyorum.
Böylece ülkede dirlik, düzenlik ve bütünlük hayal ediyorum.
Ama artık inandım ki bu imkansız.
Yani Erdoğan’ın AKP dışındaki yüzde ellide gözü pek yok.
Onun gözü cumhurbaşkanlığında.
Ve o bunun için parti içi muhalefet olmasını istemiyor.
Parti içi dirlik düzenlik peşinde, muhafazakarları birlik içinde tutmak istiyor.
Bunun için de AKP dışındaki bir kısım milliyetçi muhafazakar da onu desteklerse bu ona yeter, değil mi?
* * *
Mesela Erdoğan son günlerde “kürtaj” diye tutturdu.
Kürtaja karşı bir Başbakan.
Bu konu ortada yoktu, artık var.
Neden?
Muhafazakarları memnun etmek için değilse ne için olabilir.
Tüm muhafazakarları memnun etsin ki Erdoğan için cumhurbaşkanlığı seçimi tehlikeye girmesin.
* * *
Herkes İçişleri Bakanı’nı çok eleştirdi ama Başbakan onu istifa ettirmedi.
Demek ki Başbakan MHP’nin tabanına göz dikmiş, değil mi?
* * *
Başbakan Erdoğan Güneydoğu politikasını da değiştirdi.
“Açılım” ilk gün nasıldı, bugün nasıl.
30 yıllık PKK terörünün 10 yılında AKP iktidardaydı ama ne değişti?
PKK eylemleri gittikçe arttı “açılım” politikası boşlukta kaldı.
Demek ki Başbakan’ın terör politikası yanlıştı.
Oysa onun muhafazakar, milliyetçi çoğunluğu cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde memnun etmesi PKK’yı silmesine, hiç olmazsa susturmasına bağlıydı.
Bunun için orduyu da kontrolüne alan Erdoğan Çankaya arifesinde “artık PKK’yı yok edebilirim” diyor ve ona göre davranıyor.
* * *
Yani, iktidarın politikası artık cumhurbaşkanlığı seçimine göre şekilleniyor.
Daha doğrusu Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasına göre.
Hayırlı olur inşallah...
ERKEN SEÇİM
AKP Genel Başkanı yurtiçinde veryansın ediyor. Her gün gündemi değişitiriyor. Sesi yüksek. CHP ana muhalefet ama, zayıf. Her gün kongrelerde kavga var. MHP yok gibi.
BDP her gün Başbakan’dan dayak yiyor. AKP 100 bin kişilik toplantılar yapıyor. Başbakan yabancı ülkelerde devamlı ziyaretlerde.
Yani AKP yarın seçim varmış gibi hareketli. Üstelik “3 dönem kuralı” da AKP’de ele alınacak.
“Büyük şehir”ler de çoğaltılıp, bazı AKP’lilere büyükşehir belediye başkanlığı da hazırlanıyor.
E daha ne olsun, bunlar “erken seçim” hazırlığı değil de ne olabilir?
BAŞOL DA YARGILANSIN
27 Mayıs’ın “yıldönümü” pazartesi günüydü.
“Yıldönümü” derken neyin yıldönümü olduğunu da söyleyeyim “Resmi Cinayet”in.
Üç bakan asıldı.
Ve bu cinayetlerin baş aktörü bence Salim Başol’du.
İkinci aktörü de Altay Ömer Egesel.
Evet, Başol’a “hakim” denir mi?
Denmez. Çünkü o, o günkü güçlülerin maşasıydı.
“Sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” onun sözüydü ve Yassıada’da yargıladığı seçilmiş Meclis mensuplarına kürsüden söylemişti.
Evet, geçmişimizdeki her şey ve herkes yargılanabiliyorsa, Silivri tutuklularla doluysa, Başol da yargılanmalı... “Ölü, şahıs değil ki yargılansın, o kendini savunamaz” denilecektir. Bunu biz de biliyoruz ama o ölmüş olsa da yargılanmalı. Bu bir semboldür. Nasıl ölüler için “iadei itibar” müessesesi varsa. Bu konuda da bir istisna olsun. Kanunda bu konuda değişiklik yapmaya değmez mi?
BEN DE
Kürtaja karşıyım
Anne karnındaki çocuğu, daha doğrusu cenini öldürmek bence 3 veya 5 yaşındaki çocuğu öldürmekten farklı sayılamaz.
Anne karnındaki ya canlı çocuktur ya da kısa bir süre sonra canlanacaktır.
Bana göre onu aldırmak, yani kürtaj savunulamaz.
Yok annenin sağlığı tehlikeye girecekse veya çocuk anormal doğacaksa o zaman kürtaj yapılabilir. Tabii doktor raporu ile.
Çocuk istemeyen yapmasın, bu onun hürriyetidir.
“Cenin daha şahıs değil ki onun yaşama hakkı olsun” demek kürtaj yanlılarına taviz vermektir.
BİZE
Rahat batıyor
“Rahat batıyor.”
Bu söz kim veya kimler için söylenir biliyorsunuz. Basit işleri problem haline getirenler için.
İşte biz de öyleyiz. Biz kimiz?
Biz, hükümet, devlet yöneticileriyle, siyasi parti liderleri ve ileri gelenleriyle 74 milyonuz.
Ve bize de rahat batıyor.
Kalkınma, herkesin geçimine yeter gelir, herkese mesken, bölgeler arası gelişmişlik farkının giderilmesi, terörün sıfırlanması, her isteyene üniversite eğitimi ve herkese iş, komşularımızla sıfır problem, Türkiye’nin dünyadaki saygınlığı. Bunlar tam anlamıyla çözümlenmemiş büyük problemler olarak önümüzde dururken biz entipüften işlerle meşgulüz.
Entipüften işlerle uğraşmak işte bize “rahat batıyor” sözünü hatırlatıyor. Peki bu kadar problemimiz dururken biz nasıl rahat sayılırız ki “rahat bize batıyor” diyebiliyoruz.
Bunu bir sözümüzle izah mümkün. O süzümüz de “beterin beteri var” deyişimiz.
Evet Türkiye 30 - 40 yıl önceye göre, komşularına ve birçok dünya ülkesine göre çok şeyi başarmış ve ileri gitmiş bir ülke sayılabilir.
Bir de entipüften konuları bırakıp, yukarda saydığımız problemleri tam çözerse, siyasiler birbirlerini yemeyi terk ederse...
Türkiye’yi kimse tutamaz.
TERÖR
Doğduğuna pişman
Ankara’nın İran’la arası “soğuk”.
Ankara’nın Şam’la arası “kanlı bıçaklı”.
Ankara’nın Bağdat’la arasında sanki “kan davası” var.
Şam ve Bağdat’ta Türk bayraklarını yakanlar.
Başbakan Erdoğan aleyhinde bağırıp çağıranlar bile var.
Kısa bir süre önce ilişkiler bunun tam tersiydi.
Oysa Kuzey Irak Kürt devletiyle aramız görünürde çok iyi.
O kadar iyi ki bu iyilik PKK’yı bile tedirgin ediyor.
“Kürt asıllıları biz temsil ediyoruz” demek istiyor PKK.
Yani PKK, Türkiye ile Kuzey Irak Kürt devletinin sıkı fıkı olmasından rahatsızlık duyuyor.
Bu rahatsızlıkla, Şam’ın Türkiye karşıtlığı birleşince PKK terörünün de Türkiye’de arttığı görülüyor.
Son Kayseri olayında da patlayıcıların PKK elemanlarına Suriye’den verildiği saptandı.
Çareyi bulmak Ankara’nın görevi.
Ya kısa bir süre önce söylendiği gibi komşularla “sıfır problem” ilkesi hayata geçirilmeli.
Ya da terör doğduğuna pişman edilmeli, destekçileri de...