Yurdumuzda okuma-yazma oranı hızla yüzde 90’ları aşıyor. Üniversite sayımız çok arttı. TV’lerimiz var. Dünyayı yabancı TV’lerden de izleyebiliyoruz.
Yurtdışında bile yatırımlar becerebilen bir teşebbüs gücüne sahibiz. Devletçilikten karma ekonomiye, oradan serbest piyasa ekonomisine geçtik. Padişahlıktan tek partiye, oradan çok partili düzene vardık.
Nüfusumuz 72 milyona ulaştı. Vatandaşlık, demokrasi ve yönetim tecrübelerimiz pekişti. Bölgemizde ve dünyada iyi sayılacak bir yerimiz var.
Peki hâlâ darbeden bahsetmek ayıp olmuyor mu?
* * *
OSMANLI bir bakıma asker devletti. Asker olmak özel olmak demekti. Kızları zabite vermek övünç sebebiydi. Devlet adamlarının çoğu paşaydı. Cumhuriyet döneminde de milli kahraman olarak hep askerler, paşalar var oldu. Türkiye sivil bir milli kahraman çıkaramadı. Bu süreç askere olan güveni pekiştirdi. Düşmana karşı vatanı koruyan askerin iç tehlike halinde yönetime el koyması olağan karşılandı, bazılarınca teşvik bile edildi. İç Hizmet Kanunu’na, Silahlı Kuvvetler’e “Türkiye Cumhuriyeti’ni kollamak ve korumak görevi” veren madde girdi.
* * *
DARBESEVERLİK bir bakıma zihni ve fiziki tembelliğin ifadesi sayılabilir. Olaylar karşısında karamsarlığa kapılan, moral çöküntüye uğrayan, çaresiz kaldığını sananlar darbeyi düşünebiliyor. Kurtuluşu darbede arayabiliyor. Bugün de böyleleri var.
* * *
DEMOKRASİ bir araçsa, mutlu bir sosyal yaşamın aracıysa, o araç işlerliğini sürdürmeli. Demokrasi içinde sorunlar hal yoluna sokulmalı. Hiç olmazsa sokulabileceği kanaati yaygınlaştırılmalı. Bunun için tüm liderler toplanıp bazı ana başlıklarda mutabakata vardıklarını ilan etmeli. Hükümet, parti liderleriyle bir konsensüse vararak mesuliyeti yaymalı. Yok bunu yapamayacaksa sorunları kendi başına halledebilecek güçte olduğunu göstermeli.
Yani hükümetler, siyasiler darbe davetçisi olamamalı.
İktidardaki siyasiler “Sorun” diye bir şeyi ortaya koymasını bildilerse, o sorunu çözmeyi de başarabilmeli. Halkın günlerini lafla meşgul etmemeli.
Anayasa “laik devlet” diyorsa, ona uyulmalı, “üniter devlet” diyorsa ona uyulmalı, yani siyasiler ikiyüzlülük veya fırsatçılık yapmamalı.
Özetle, sivil siyasetçiler, artık askerleri, başarılarıyla unutturmalı...
“Şüyuu vukuundan beter” olan, yüzyılın ayıbı “darbe”nin söylentileri de ancak bu şekilde yok edilebilir.
Demokrasi de budur.
ŞİMDİ DE ERMENİ AÇILIMI
“Açılım mevsimi” gibi.
Önce “Kürt açılımı”
Sonra Suriye-Irak açılımı
Daha sonra Kıbrıs açılımı.
Şimdi de Ermeni açılımı.
Bu köşede, 13 Ağustos’ta, “Kürt açılımı” için, “açılım” önce gizli görüşmelerle başlar, demiştik. İşte, “Ermeni açılımı” böyle oldu. İsviçre’nin aracılığında gizli görüşmeler sürdü ve şimdi açıklama yapıldı.
Bu açılım da Kürt açılımı gibi, gün geçtikçe sönen bir balona benzemesin?..
Güçlü ordu, güçlü Türkiye
“Güçlü ordu, güçlü Türkiye”.
“Yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar?”
Öyleyse “güçlü Türkiye, güçlü ordu” mu? Bu cümlenin doğrusudur?
Bunu doğru dürüst söylemek, münakaşa etmek var, ama TV’deki öğretim üyesi öyle yapmadı. Ne zaman ki bunu Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ ilk defa söyledi, görüşü sorulan o öğretim üyesi de esti gürledi. Ben onun için “eleştirmedi, saçmaladı” diyeceğim. Çünkü bu konuşma bir öğretim üyesine yakışmazdı ve yakışmadı.
Konuşana bak...
Muhabir Diyarbakır’da bir kahvede İçişleri Bakanı’nın “açılım” demecini dinleyen bir gençle konuşuyor. Gencin konuşması, bu vatana bağlı birçok Kürt kökenli kardeşimin de, benim gibi, kanını beynine sıçrattı. Çünkü genç “Kürtçülük” ve “bölücülük” yapıyor. Bu konuşmayı “CNN Türk” saat 15’teki haber bülteninde atladı, vermedi... Acaba iyi mi yaptı?...
AÇILIM
Adı kaldı yadigâr
Böyle giderse, bu hükümet “İsa’ya da yaranamaz Musa’ya da”. En son DTP’nin Diyarbakır mitingi de bunu gösteriyor.
Yani hükümet kısa sürede nereden nereye geldi?
“Kürt açılımı”nın adı bile değişti. DTP’ye göre içeriği de değişti. Yani, “Kendi gitti, adı kaldı yadigâr” bile diyemeyeceğiz.
Anayasa değişmeyecek.
Af yok.
Peki dağdakiler nasıl indirilecek?
Kürtçüler bunları mı duyacaktı?
İçişleri Bakanı “açıklama” diye işte bunları söyledi.
Peki, “açılım”ın neler olduğu, yani madde madde “açılım”... Yine yok.
Adeta, “açılım toplantısı” “açıklamama toplantısı”na dönüştü.
İçişleri Bakanı ne söyledi?
Hiç...
* * *
Bu suskunluk, yani bir şey söylememe, beklenti içinde olan bazı Kürtçüleri hayal kırıklığına uğratmadı mı?
Hükümet “Çark mı ediyor?” diye.
Tabii, yanlışı savunmak, yanlış yapmak kadar sakıncalıdır.
Yoksa, İlker Paşa’nın tokat gibi açıklamasından sonra, bir nebze de olsa, aklı başına mı geldi hükümetin?
* * *
Ama hükümet bu “açılım” hareketiyle bir kez “Cini şişeden çıkardı”. Bakalım çıkardığını sokabilecek mi?
Çünkü bir şeyi yapmak istemek, bazen yapmak kadar tehlikeli olabilir.
DTP’li Aysel Tuğluk son olarak Diyarbakır’da ayrılıktan söz etti.
Hükümet belki bugün Türkiye’yi bölmedi, ama söylenenleri gerçekleştirirse, ileride de olsa Türkiye’nin bölünmesine kimse engel olamaz.
DOĞRUCU
Bakan mı, Sakık mı?
“Açılım” deyince artık “Kürt açılımı” anlaşılıyor. Anlaşılıyor, diyoruz çünkü hükümet “Kürt açılımı”ndan caydı. Şimdi bu isim konusunu bir yana bırakıp asıl söylemek istediğimiz konuya gelelim.
Uzun süre, bu açılım denen şeyin dışarıdan, yani ABD’den, AB’den empoze edildiği iddia edildi ve hükümet başkanı buna karşı çıktı. Hem de çok sert bir şekilde bu iddiayı Erdoğan yalanladı. En son İçişleri Bakanı’nın açıklamaları arasında da bu itiraz vardı.
Oysa bu münakaşaların hepsinin öncesinde, 7 Ağustos cuma günü DTP’li Sırrı Sakık dış müdahaleyi bir biçimde açıklamış ve biz de 13 Ağustos günü onun sözlerini bu köşeye almıştık.
Şimdi, Sakık’ın sözlerini tekrar ediyoruz.
“ ... hükümetin başlattığı Kürt açılımı sürecinde uluslararası dinamiklerin katkısını yadsınamaz, dilerdim ki bu açılım tümüyle iç dinamiklerle olsun. Ama ne yapalım ki bu da bizim gerçekliğimiz”.
İşte bunu DTP’li Sırrı Sakık söylüyor. Hem de İçişleri Bakanı’nın aksine ve İçişleri Bakanı’ndan 25 gün önce...