“Dünyanın gözü Ankara’da”, işte bu gazete başlığı herkese tercüman oluyordu.
Çünkü Ankara Şam’ı bombalayabilirdi. Esad sarayında öldürülebilirdi.
Erdoğan’ın son aylardaki görünümüne bakanlar bunu rahatça söyleyebilir, bekleyebilirdi.
Kısa bir süre önceye kadar dost olan iki devlet şimdi düşman olmuştu.
“Kanka” olan “Edoğan”la “Esad” arasında sanki kan davası vardı.
Bölgesinde büyük lider olmak isteyen Erdoğan, bize ve çoğunluğa göre yanlış hareket ediyordu.
Biz bağırıp çağırmayı diplomasi sayıyorduk.
Dış kaynaklara göre Suriye’deki muhaliflere silahlar Türkiye üzerinden gidiyordu. Her an Şam’a karşı, Türkiye’nin bir askeri harekatı bile beklenir olmuştu.
Niye?
Erdoğan’ın sözlerine, hareketlerine bakınca başka bir şey akla gelmiyordu.
Oysa Erdoğan beklendiği gibi çıkmadı. Suriye, Türk jetini vurup, iki subayımızı öldürdüğü halde Erdoğan buna beklenen tepkiyi göstermedi.
Oysa ondan hemen silahlı cevap beklenirdi. Şam’ı vurması, Esad’a unutamayacağı bir ders vermesi beklenirdi. Ve bölge liderliğini böylece ispat etmesi umulurdu.
Ama iyi ki sanıldığı gibi olmadı.
* * *
Aklıselim savaşa “hayır” diyor.
Ankara’nın Esad’a karşı politikası zaten yanlıştı.
Kısa bir süre önce “kanka” ol sonra “kanlı bıçaklı.”
Hangisi doğru? Ortası yok mu?
Var, olmalı.
Aktif olmakla her şeye burnunu sokmak arasında fark vardır.
Eğer orta yol varsa, Türkiye onun, bunun maşası da olmadı, olmamalıdır. Suriye’ye bu denli kafa tutmaya bazı büyük devletlerin fedaisi olmaktan başka mana verilemez çünkü.
* * *
Gelelim son günlere.
Suriye, “ihtar” etmeden Türk askeri uçağını düşürmüştür.
Uçak, silahsız ve modası geçmiş bir keşif uçağıdır.
Bu bir uluslararası sorundur.
Ve uluslararası müeyyideler nelerse onlar Şam’a uygulanacaktır, uygulanmalıdır.
Bunun karşılığı savaş değildir.
Ama, Erdoğan’ın grupta açıkladığı gibi Suriye’den sınırlarımıza yaklaşan uçak ve helikopterler artık tehdit sayılacaktır.
* * *
Erdoğan’dan beklenen savaştır, ama aklıselim bunun aksini söylemektedir, o da bunu yapmıştır.
Aklıselim Şam’a da hakimse, Suriye Türkiye’den özür dileyerek Birleşmiş Milletler’in işini kolaylaştırır.
* * *
Sonuç olarak burada darbe yiyen Türkiye değil, iktidar olmuştur.
Ne o kabadayılığı yapalım ne de bu pısırıklığı, denilebilir.
Yani, “dünyayı kendimize güldürmeyelim” diyenler de haklı sayılabilir.
ŞİMDİ NE OLABİLİR?
Rusya’nın Türkiye’yi desteklemesi hayal. Suriye’de Rus üsleri var.
Çin ve İran açıkça Suriye’yi tutuyor, bir savaş halinde Şam’ın yanında yer alırlar.
NATO, uçağımızın Suriye hava sahasında düşürülmesini dikkate alır ve “birimize saldırı, hepimize saldırı” anlamını taşıyan 5. maddeye olayı sokmaz ve zaten 5. maddeyi ele almadılar, kınadılar sadece. BM veya BM’nin bazı mensupları da Şam’ı kınar, o kadar.
Türkiye’nin ateşe ateşle cevap vermesi, bir dünya savaşına yol açabileceğinden ABD ve büyük (!) müttefikler buna müsaade etmez.
Yani, iktidarın uzağı görmemesinin cezasını Türkiye çekecek, demektir. Daha doğrusu, bizim yöneticilerimizin gücünün, kuvvetinin ancak bizim insanlarımıza yettiği açıkça anlaşılmış demektir.
NÜKLEER KARARLILIK
Tayyip Erdoğan’ın Türkiye için yararlı icraatları da var.
Bunlardan biri “nükleer enerji”de alınan mesafe.
Başbakan nükleer enerji ile ilgili olarak yeni bir atılıma geçti.
Artık Türkiye kaçınılmaz olarak, nükleer enerjiye sahip olacak.
Dünyada yüzlerce nükleer santral varken Türkiye’de olmaması kabul edilebilir mi?
Bu konuda aleyhte olanlara son cevabı Enerji Bakanı verdi ve “Trafik kazalarında binlerce kişi ölüyor. Nükleerden ölenlerin sayısı yıldırım düşmesinden ölenlerden az” dedi. Bu da Erdoğan hükümetinin nükleer alanındaki kararlılığını gösteriyor, değil mi?
TERÖR
Barış kaybetti
Olaylar birbirini izliyor. Ve bir sonraki, bir öncekini unutturuyor.
İşte, 9 askerimizin PKK tarafından şehit edilmesi de öyle.
Sanki aradan yıllar geçmiş gibi.
Oysa, onların haberleri gündemde olmasa da acıları kalplerimizde değil mi?
Bu acı bana 1 Mart tezkeresini hatırlattı.
Bu tezkereyi Meclis’te reddetmek için neler yapılmıştı, neler.
“Bu tezkere kabul edilirse Kuzey Irak’tan her gün şehitlerin cenazeleri gelecek” diyenler bile vardı.
Oysa 1 Mart tezkeresi kabul edilmediği halde adeta her gün PKK vahşetine tanık olmuyor muyuz?
Acaba 1 Mart tezkeresini ret için çalışanlar bugün ne diyor?
1 Mart tezkeresi kabul edilseydi Irak sınırında güvenli bir şerit meydana getirme fırsatı Türkiye için doğacaktı.
Bu fırsat “ret” ile karşılaştı ve şehitler çoğaldı.
Ve 1 Mart tezkeresi kabul edilseydi Türkiye Kuzey Irak’ta çok güçlü olurdu. Bu, güçlü Türkiye PKK’nın toparlanmasına ve KCK’nın kurulmasına engel olabilirdi.
Bu da silahların terk edilmesine, barışa hizmet edebilirdi.
Ama bu fırsatı 1 Mart tezkeresinin reddiyle “barış isteyenler” kaçırdı ve terör kazandı.
DİZİLER
Tatilde ya seyirci
TV dizilerinin iyisi var, kötüsü var.
Bu ne demek?
Şu demek:
Ya olay bir adamın peşine takılıp gidiyor, uzun uzun konuşmalarla can sıkıcı bir dizi izliyorsunuz.
Ya da dizide çok kişinin hayatı, maceralar, aksiyon ve sürprizler, gözünüzün önünden hızla gelip, geçiyor.
İşte birincisi kötü, ikincisi iyi dizi.
Bizde TV’ler çoğaldığı için diziler de çoğaldı. “Seç seç al” gibi.
Bu dizilerde rol alanlar iyi ücret alıyor. Ona bir şey diyeceğimiz yok.
Ama bu sanatçıların izleyicileri yarı yolda bırakmalarını bir seyirci olarak hazmedemiyorum, doğrusu.
Mesela, benim iyi diziler arasına soktuğum “Öyle Bir Geçer Zaman Ki” var.
Bu dizi sezon finali yaptı.
Ve öğrendik ki gelecek mevsim bu dizide seyrettiğimiz, önemli 5 oyuncu, 5 figür olmayacakmış, onlar diziye veda etmiş
Öyleyse niye başladılar, değil mi? Seyirci onlara bağlanmıştı.
Dizi bitmeyecekse onlar da bu dizide olmalı.
Seyirci de en az oyuncular kadar muhteremdir. Bu da unutulmamalı.