Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları

Eğitim sistemimiz bir öyle, bir böyle. İstikrar yok. Yabancı dili ele alalım. En az bir yabancı dil bilmeyenin iyi iş bulması bizim kuşakla son buldu.
Peki ne yapıyoruz.
Yıllarca okullarımızda yabancı dil öğretmeye önem vermedik.
Milli Eğitim bakanlarımızdan biri okullardaki yabancı dil derslerini sulandırmıştı. Zorunlu ders olmaktan çıkarmıştı.
Şimdi tekrar yabancı dil derslerine önem verildiğini görüyoruz.
Dışarıdan 40 bin İngilizce öğretmeni getirilecek olması bu önemi gösteriyor.
Benim aklımın almadığı bir konu var. İkide bir, eğitim sistemimizde yapılan değişiklikler...
Eskiden bu değişiklik genellikle Bakan değiştikçe olurdu.
Şimdi ise Bakan değişmese de eğitim sistemi değişiyor.
Cumhuriyet kurulalı şu kadar yıl oldu ama eğitim sistemi bir türlü yerine oturtulamadı.
Acaba medeni dünyada böyle mi?
Çok düşünüp taşınıp karar almak gerekmez mi?
Evet eğitimde en küçük bir değişiklik bile çok düşünmeyi gerektirir, bizde ise aksi.
Üstelik bu değişiklikler başarı getirse neyse. Nerede?
Türkiye 33 OECD ülkesi arasında sondan 3., 65 ülke arasında ise 39. sırada 15 yaş grubu öğrencilerin matematik ve fen becerilerini ölçen bir sınav olan PİSA sonuçları, Türkiye’nin ne kadar değişiklik yaparsa yapsın başarı sağlayamadığını ortaya koydu.
Demek ki marifet çok değişiklik yapmakta değil, işe yarayan değişikliklerde.
Bugünlerde yine değişiklik yapılıyor.
Eleştirenler önce “bu ne hız” diyorlar. Danışılmadan, sorulmadan, münakaşa edilmeden bu devrim niteliğindeki değişiklik niye, diyorlar.
Ve Başbakan grupta yaptığı konuşma ile bunlara çok sert cevap veriyor.
Yeni değişiklikte mecburi eğitim 12 yıla çıkartılıyor, fakat bu eğitim “kesintisiz eğitim” olma yerine kademeleştiriliyor ve 4 + 4 + 4 oluyor.
Eleştirenler, bu kademeleştirme yüzünden, zorunlu eğitim 4 yıla indirildi sayılabilir, iddiasındalar.
Çünkü bu ilk 4 yıldan sonra açık öğretim de var.
Bu yüzden 4 yıl sonunda okula gitmeyen kızlarımız artacak. Birçok erkek öğrenci de okulu bırakıp çıraklığa başlayacak. Bu, kaş yapayım derken göz çıkarmadır. Neyse ki bu olumsuzluğun giderilmesi eğilimi de belirdi.
Tartışılmalı ve uzun süre kalıcı bir eğitim sistemi kurulmalı.

Haberin Devamı

CHP BİLDİĞİN GİBİ
“CHP’de Kılıçdaroğlu kazandı.”
Bu bence geçicidir. İdare belki güçlendi, ama başkan aynı başkan.
CHP’de lider adayı yok.
CHP lider çıkaramıyor.
Kılıçdaroğlu “kasetle gelen” iyi bir kişi ama lider değil. Ecevit gibi biri lazım.
İnönü gibi birini düşürebilecek ve bütün halkın sevgisini kazanabilecek bir lider.
O ise yok, parti bulamıyor.
O yüzden de CHP, sosyal demokrasi ve eyyamcılık arasında gidip geliyor. Ne peşinde olduğu belli değil. Ve bu yüzden kavga içe dönük yapılıyor, dışa değil.
Bugün de değişiklik yok.
Hayırlısı olsun.

Haberin Devamı

Sonu başından belli; ölüm
Hacettepe’de de bir hastaya iki kol ve iki bacak takıldı.
Şevket Çavdar’dan, önce takılan bir bacak sonra da geriye kalan iki kol ve bacak geri alındı.
Sonra da hasta öldü...
Sebep olarak, “kalbin yeterli kanı pompalamadığı” açıklandı.
Böyle olacağını doktor Gündüz Tezmen daha ilk gün söylemişti.
“Kalp, yeni takılan iki kol ve iki bacağı besleyemez. Keşke bu organlar dört kişiye takılsaydı” demişti.

Haberin Devamı

‘Hayır’cılara
Türkiye’de bazıları için kahramanlık çok kolay. “İstemezük” diye bir pankartla Taksim’e veya Galatasaray’a koş, tamam. Neyi istemediğin, ne için istemediğin önemli değil.
“İstemezük”, yeter...
Kimi Munzur’a baraj istemiyor.
Kimi Sinop’a nükleer santral.
Kimi bizim topraklarda altın aranmasın, diyor.
İsteklere hürmetim var ama bir çift sözüm de olacak.
Nükleere hayır, hidroelektriğe hayır, madene hayır.
Peki ama bu ülke nasıl kalkınacak, nasıl ileri gidecek?
Geri kaldığımız, geri bırakıldığımız yetmez mi?
Bütün “hayır”cılara ithaf olunur.

BAKAN
Cevap versin

Hatay Havaalanı’nı su basıyor. Alan göl oluyor.
Uçaklar inip kalkamıyor. Bir ay kapalı kalmak demek ne demek.
Ben şunu soracağım; “Hatay’ın bu bölgesinde havaalanı yapılabilir” raporunu kim veya kimler verdi.
Onların diplomaları hala iptal edilmedi mi?
Onlar zarar ziyanı karşılamaları için yargıya teslim edilmedi mi?
Yoksa “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” felsefesi günümüzde de geçer akçe mi?

AYIP
Çifte standart

1. olay.
Hrant Dink cinayetinde ihmali olanlar var.
Eğer onlar bildiklerini, duyduklarını ve kendilerine iletilenleri zamanında değerlendirseydi, büyük ihtimalle Dink öldürülmeyecekti, yani bugün hayattaydı.
Bu, bilip de susan, görevini ihmal eden görevliler bugün artık belli ve bunlar için haklı olarak dünya ayağa kaldırılıyor, ve haklı olarak bunların da cezalandırılması isteniyor.
2. olay.
Osmaniye’de bir adam kendisine yüz vermeyen genç bir kızı öldürüyor.
Sinan Dursun, 17 yaşındaki öğrenci kızın okul aracını izliyor.
Ve aracın kapısını açıp tüfekle ateş ediyor. Genç kızı ve arkadaşını öldürüp, bir genç kızı da ağır yaralıyor.
Katilin 4 sabıkasının olduğu, adam yaralamaktan hapse girip çıktığı da saptanıyor. İşin en acı tarafı, öldürülen Fatma Nur Gedik’in ailesinin bu adamı cinayetten önce 9 defa yetkililere şikayet ettiği ve “tedbir alınmasını” istediği saptanıyor. Buna rağmen genç kız öldürülüyor.
Bırakın dünyayı ayağa kaldırmayı kimsede ses seda yok.
Bu genç kızın canı can değil mi?
Sakın bu sözlerim, “Dink için yapılanlar, yapılmasın demek istiyorum” diye anlaşılmasın.
Ben de baştan beri Dink cinayetini kınayanlardanım. Bu cinayeti işleyenlerin cezalarını az bile bulanlardanım.
Bunu bir kez daha belirttikten sonra şunu açıkça söyleyeyim.
Ben ikiyüzlülüğe ve gayri samimi olmaya karşıyım.
Doğrunun yanında olmamaya karşıyım.
Dink’in öldürülmesi, yetkililerin ihmali yüzündendir, diye dünyayı ayağa kaldıranlar ve ihmali görülenlerin en ağır cezaya çarptırılmasını isteyenler, bunun için yazıp çizenler, hunharca öldürülen bu genç kız için neredeler.
Hem de yetkililer 9 kez uyarılmışken.
O yetkililerin, Dink cinayeti için uyarılan fakat uyuyan yetkililerden ne farkı var.
Can benim de olsa, başkasının da olsa alınan can can değil mi? Yetkilerini kullanmayıp can kaybına sebep olan yetkililer, iki olayda da cezalandırılmalı.