Doğan Heper

Doğan Heper

dheper@milliyet.com.tr

Tüm Yazıları
Haberin Devamı

Üniversite sayısı yanılmıyorsam 180 oldu.
Her şehrimizde artık en aşağı bir üniversite var.
Peki ama onları besleyecek yeterli “hoca” var mı?
Yok.
Nasıl olsun ki?
Daha birkaç yıl önce tanınmış bir üniversitemizin ceza hukuku kürsüsünde bir profesör hoca yoktu.
Bu 180 üniversitemizin hoca kadrosu da ilan edilirse akla kara meydana çıkacaktır.
Çünkü, bugün bizde olan eğitim düzeninde tecrübeli ve bilgili hocaları olmayan üniversite işe yaramaz, boşunadır.
Tecrübe ise zamanla kazanılır ve bilgiye karinedir.
İşte böyle hocaları varsa o üniversite üniversitedir.
Yoksa liseden pek de farklı sayılmaz.
***
Geçen gün Milliyet sürmanşetten bir haber verdi.
CEO’ların çoğu Ortadoğu Üniversitesi ‘ODTÜ’ mezunlarından diye.
Haberde, Türkiye’deki üst düzey yöneticilerin % 14’ü ODTÜ mezunu, onları % 12 ile Boğaziçi ve % 10 ile de Teknik Üniversite (İTÜ) takip ediyor.
Diyeceksiniz ki, “Efendim, bunlar eski üniversiteler, yeniler mezun versin de o zaman ankete bakalım.”
Nazari olarak doğru.
Ama inandırıcı mı?
Hocasız eğitim olur mu?
***
Ben hukuk ve gazetecilik mezunuyum.
Üniversitede binlerce kardeşimi gazeteci olarak yetiştirdim.
Ama dışarıda benimle konuşan genç arkadaşlara hep aynı şeyi tavsiye ettim.
Bu tavsiyeme belki siz katılmayacaksınız.
“Sen hukuka git, sen gazeteciliğe git, oku mezun ol, en ciddi, büyük bir gazetede, Milliyet’te yıllarca çalış ve bu tavsiyeyi yap. Bu samimi olamaz” diyeceksiniz.
Ama ben objektifim.
Kendime gazeteciliği severek ve isteyerek seçtiğim halde yakınım gençlere hep “Eczacılık” tavsiye ettim.
Bunu bu köşede de duyurdum. Ve tepki de aldım.
Ama ileri dünyadaki eğitim sistemi bizde de kurulana kadar, yani eğitim devrimine kadar ben bunları savunacağım.
***
Niye eczacılık?
Şimdi eczacılıkta kazanç eskisi gibi değilmiş, ama belli olmaz, o da değişebilir. Siz mezun olana kadar, geçen gün bazı şehirlerimiz için konan yasak da kalkabilir.
Son yıllar hariç kazanç da zaten iyiydi.
Diğer birçok meslekten en büyük farkı, eczacının kendi kendinin patronu olmasıdır.
Aman, eczacı dostlarım yine kızmasın. Bu onların lehine, bu onlara imrendiğim için bir istek. Eleştiri değil, beğeni...
***
Hem yüksek tahsilli olacaksın, hem kimseye müdanan olmayacak, hem birçok birbirine benzemezi idare edebilmek için yüreğin tükenmeyecek, hem yarın işten kovulur muyum diye uykuların kaçmayacak, istediğin gibi de tatil yapabileceksin.
Daha ne olsun? Bu sefer geçti ama yine de siz beni dinleyin, unutmayın, bir düşünün...

GAZETECİ
Ağız bozma


Biz bazı siyasileri kıyasıya eleştiriyoruz.
Niye?
Konuşmasını bilmiyorlar diye.
Ne yapıyorlar bu siyasiler?
Durmadan sövüp sayıyorlar.
Plan, proje eleştirisi yok. Varsa yoksa rakibe "küfür", "ağız bozma" diyoruz.
Ve bu tutumu sık sık eleştiriyoruz.
***
Bir meşhur sözümüz var.
"Çuvaldızı başkasına batırmadan önce iğneyi kendine batır" diye.
Ben de öyle yapmalıyım.
Çuvaldızı siyasilere sık sık batırıyoruz ama ya iğne? Onu bazı meslektaşlarımıza batırmalıyız. Çünkü onlar birbirleri hakkında "şık" konuşmuyor.
Ağızlar bozuldu.
Ben hatırlıyorum.
Bedri Faik'i, Çetin Altan'ı...
Onlar bir dönem adı çok geçen meşhur gazetecilerdi.
Ve onlar öyle bir yazarlardı ki, cümlelerinde küfür geçmezdi, küfür görmezdiniz, ama karşılarındakini küfür yemişten beter ederlerdi. Yani, küfürsüz batırma becerikliliği.
Bana göre marifet de buydu.
Eleştiri küfretmeden de, ağız bozmadan da olabilir. Tekrar edeyim, marifet de budur, yazarlık da budur.
***
Oysa bugün bazıları için yazarlık kolaylaştı.
Et küfrü, olsun bitsin.
Karşılıklı küfürleşme...
Bu halk nazarında gazeteciyi de küçük düşürüyor.
Buna kimsenin, yani hiçbir meslektaşımızın hakkı yok. Ağız bozmaya, küfre birkaç örnek:
“A be kafasız, a be denya, maymun, şebek, aşağılık yazar, ahmak, ırkçı, faşist, zır cahil, sersem, yavşak, yazar müsveddesi, salyasını akıtan yazar, sana yem veriliyor”.
Daha var, ama bunlar yetmez mi, bunlar bir fikir vermiyor mu?
Bunlar bazı yazarların yazılarında, başka yazarlar için kullanılan kelimeler...
Ayıp yahu!..

KORKU
Araplar nerede?


İsrail vuruyor, Gazzeliler ölüyor, dünya seyrediyor.
Böyle vahşet görülmedi.
Öldürülenler terörist değil, asker değil.
Peki ne?
Halk, kadın, erkek ve çocuk.
Bu olur mu?
Bu göz göre göre olur mu?
Dünyanın gözü önünde olur mu? Bu olay “Kuvvet haktır” yanlış sözünün doğru olduğunu gösterdi.
“Yapanın, yaptığı yanına kâr kalıyor” sözünü bir kez daha bize hatırlattı.
Üstelik İsrail’de yaşayanlar Hitler işkencesini görmüş, çekmiş, ailelerinden dinlemiş kişiler, ama şimdi benzer şeyi onlar yapıyor, olur mu?
Bu ne büyük çelişkidir?
Ama bana sorarsanız suç Arap devletlerinde.
Bir araya gelip haksızlığa karşı koyamıyorlar.
Yazık!..