Türkiye’de hem iç kargaşa var, hem dış. Ve bu kargaşanın ortasında AKP lideri ve Başbakan Tayyip Erdoğan bulunuyor. Yani o orkestra şefi gibi, hem onu, hem bunu idare ediyor. Peki şef iyi mi kötü mü?
Onu yakın gelecekte anlayacağız.
Şimdi açıkça anladığımız şu:
Tayyip Erdoğan’ın sıhhati çok iyi. Hastalık, ameliyat unutuldu bile.
Hastalık ve tedavi şöyle veya böyle devam etse hiç Başbakan bu performansı gösterebilir miydi?
Bugün burada ise yarın şurada, bugün şuna laf yetiştiriyor ise yarın buna. Bu performansı az kişi gösterebilir, yahut, benim diyen gösteremez.
Öyleyse hastalık laf, yani artık yok, yani bitti.
Geçmiş olsun...
İç çatışmayı da dış çatışmayı da Erdoğan yönetiyor dedik. İşte ispatı.
İçte en son ve en belirgin gündemi “28 Şubat” teşkil ediyor.
Başbakan bu konuda “cadı avı olmasın ama gittiği yere kadar gidilsin” dedi.
Yani Başbakan bir cümlede özeti veriyor. Benim gibi, “artık geçmişi unutalım, beyaz bir sayfa açarak ileriye bakalım” diyenlere adeta “siz avucunuzu yalarsınız” demek istiyor.
Bu söz acaba bakan Beşir Atalay’a hak verme anlamına mı geliyor. Bakan Beşir Atalay, “28 Şubat”ın koordinatörü Demirel’dir” dedi de. Yani Beşir Atalay’a göre 28 Şubat post modern darbesinin baş sorumlusu Demirel’dir. O da hesap vermeli, aradakiler de. Peki Erdoğan da bu görüşte mi?
Acaba, Demirel’in Erbakan’dan sonra, bakanlar kurulunu kurma görevini Tansu Çiller’e değil de Mesut Yılmaz’a vermiş olması mı bunu söylettiriyor.
Öyleyse, Başbakan “28 Şubat soruşturmasının gittiği yere kadar gitmesi gerekir” derken, Demirel’i mi işaret ediyor!
* * *
Tayyip Erdoğan dışta da mücadele ediyor.
Şimdi dile doladığı Irak Başbakan’ı Nari El Maliki.
Maliki, “Türkiye’nin bölgede düşmanca davranan bir ülkeye dönüştüğünü” söylüyor. Bu düşmanlığı adeta Tayyip Erdoğan’ın yarattığını ima ediyor.
Başbakan Erdoğan’sa ona verdiği cevapta: “Maliki’ye fazla söz imkanı verirsek, bu onun şov yapmasına fırsat vermek demektir. Kem söz sahibine aittir. Türkiye Irak halkını her zaman bağrına basmıştır” diye konuşuyor.
* * *
Evet, Erdoğan birkaç cephede birden savaşıyor.Bu savaş Türkiye’nin yararına mı bekleyelim görelim. Ama ben şüpheliyim...
DİZİLER
Dizilerde seyirciler bakımından 2 sorun var. Önce dizilerde oynayanlar kendilerini düşünüyor, seyircileri değil.
Oyun belli bir seviyeye gelmişken, oyuncu şu veya bu sebeple oyunu terk edip gidebiliyor. Mesela, “İffet” dizisinden ayrılma kararı alan Mahir Günşıray gibi. Böyle çok var. Sonra birçok dizinin hikayesini uzatmak için akıl almaz yollara sapılıyor. Konuşmalar uzatılıp duruyor. Şöyle veya böyle, olaylar başka türlü de olsa tekrar ediliyor.
Hatta ahlaka aykırı sayılabilecek, kötü örnek olabilecek ilişkiler de seyirciye sunuluyor.
Seyirciyi aptal mı zannediyorlar, oysa seyirci bunun farkında, iyi ile kötüyü ayırabiliyor. Diziciler unutmasın...
Canavar
Bir doktor Gaziantep’te öldürüldü. Genç adam en zor tahsili, neler çekerek yapmıştı. Eşi 4 aylık hamileydi. Hayat kurtarıcısı, 17 yaşındaki bir “katil”in bir “canavar”ın eliyle hayatından oldu. Yaşamadan öldü.
İnsan bu anlarda, elinde olmayarak, idam cezasının kalktığına üzülüyor...
Canlıya eziyet
Biz hayvanları seviyor muyuz? Koruyor muyuz?
Çocuklarımıza da bu sevgiyi aşılıyor muyuz?
Şimdi bakıyorum İTÜ’de “Avlanan Hayvanlar Müzesi” açılıyor. Orada vurulan çeşitli hayvanların cesetleri yer alacakmış. Çocuklar bu müzeyi gezdikçe insanlar tarafından vurulan, eziyet çeke çeke öldürülen hayvanları görecekmiş!..
Ne vahşet değil mi?
Şair ne demiş; “Köpektir zevk alan, seyyadı bi insafa hizmetten”
Şair bugün yaşasaydı bunu acaba kimler için söylerdi?
BU?MU?
Eğitimde kalite
“Eğitimde önce kalite sağlanmalı” dedik. İşte dediğimiz çıktı.
Üniversite giriş sınavının ilk basamağı “YGS” kalitesizliği gösterdi.
4 + 4 + 4 günlerce kamuoyunu meşgul etti.
Hükümet bu yolla ne sağlayacaktı. Eğitimde kalite mi?
Hayır, onun amacı “İmam Hatip”lerin orta kısmını açmaktı. Hükümet amacına ulaştı.
Kalite ise başka bahara kaldı. Tekrar edelim, işte bunu “YGS” sonuçları gösterdi.
Sınava 1 milyon 800 bin aday girdi ve 50 bin 805 aday sıfır(0) aldı.
Yüzümüz kızarıyor. Bu ne biçim lise eğitimidir.
Milli Eğitim Bakanı, hükümet, eğitimimizin bu ağlanacak halini görmüyor mu? Eğitimde Türkiye günden güne iyiye değil kötüye gidiyor. Milli Eğitim Bakanı neyle meşgul. Sanki o “İmam Hatip” bakanı.
50 bin öğrenci sıfır(0) alırken, 57 bin kişi de başvurduğu halde sınava girmedi.
Sınava giren adayların toplamda soruların yüzde 10’unu çözdüğü de anlaşıldı. Bu da ayıptır, ayıp.
Kimin ayıbı, öğrencilerin değil, Milli Eğitim Bakanı, Milli Eğitim müdürleri, okul idarecileri ve hocaların ayıbıdır.
Hemen duruma el konulmalı ve kalite sağlanmalı.
Yoksa Türkiye’nin geleceği karanlıktır.
IRKÇILIK
Nereden nereye?
Dünyada en kötü durum ırklar arasında, kökenler arasında ayrımcılık yapmaktır.
Bu, belki de ayrımcılık yapanların cahilliğinden ileri geliyor. Başka ne olabilir.
Bu sözleri bana bir fotoğraf söyletti. Bu resimde ABD Başkanı Obama otobüste bir koltukta otururken görülüyor.
Bunda ne var, diyeceksiniz? Şu var.
O koltuk, 1955’te Alabama eyaletinde otobüslerde siyahların beyazlara yer verme zorunluluğuna Rosa Parks adlı siyahi bir kadının isyan edip yerinden kalkmayarak ırk ayrımcılığının kaldırılmasının kıvılcımını çaktığı yerdi.
Obama, “Bir an orada oturdum, Amerikan rüyasına katkıda bulunan bütün o insanları düşündüm” dedi.
Evet gördünüz mü neymiş.
ABD’de o zaman zenciler beyazlara otobüslerde yer vermek zorunda.
Bu ne alçakça bir ayrımcılık değil mi? Zenciler beyazlara yer verecek.
Yani beyazlar oturacak zenciler ayakta seyahat edecek.
Ama dünya bugün bunu aştı sayılabilir.
Hatta, ABD’de otobüste zorunlu olarak beyazlara yer veren zencilerden biri Amerika’nın 1 numaralı adamı, yani başkan bile seçildi.
Günler geçiyor ve doğrular kazanıyor.